tag:blogger.com,1999:blog-321656762024-03-13T13:53:46.630+03:00Ethem's TravelYurtiçi ve yurtdışı gezilerden yapılmış alıntılar. Seyahat öncesi hızlı planlama yapabilmek için eksiksiz bir blog. Resimler için facebbook'umu takip ediniz.
Follow me on tripadvisor and facebookAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.comBlogger34125tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-31513069218749580822014-08-24T19:44:00.000+03:002014-08-24T19:44:13.803+03:00Tarihi Yaratan Sehirlerden BerlinBenim gibi 2.Dunya savaşı üzerine onlarca kitap okumuş ve film izlemiş biri için Berlin bir çeşit kutsal şehir sayılır ama görmek için uzun sure beklemek gerekti. Sonunda yaz tatilinin bir kısmını ayırıp gitme sansımız oldu aslında bu hali ile bile pek yaz sıcaklığı yasayan bir şehir olmadığını düşünürsek aslında gitmek için kotu bir zaman değil.
Aslında Berlin Almanya tarihi boyunca kurulan imparatorluklara başkentlik etmiş bir şehir ama 1933 de Hitlerin basa gelmesi ile dünyaya uzun yıllar barış değil bir savaş başkenti olarak tanıtılmış oldu. Savaşta çok tahrip olan ve Hitlerin ölümüne tanıklık eden şehir daha sonra 4 ülkenin kontrolünde bir zaman geçirdikten sonra 1949 da iki Almanya nin ayrılmasında da arada kalmış oldu.
1950 lerde iki süper gücün hesaplaşmanın merkezinde yer alan Berlin 1961 de başlatılan duvar ile ayrılma hikâyesi ile 1989 a kadar çok sıkıntılı zamanlar yasadı.
Ayni donemde ilginçtir ki Türkler tarafından yoğun bir yerlesime sahne oldu ve bugün neredeyse çoğunluk seviyesine eşit bir Türk toplumu orada özellikle Kreuzberg ve civarında yasamakta
Bugün Berlin sanki yasadığı sıkıntıları unutturmak istercesine inşa ve yenilenme halinde. Dubai den ve İstanbul’dan sonra en çok vinci orada gördüm desem abartmış olmam.
Berlin bekar, evli veya çocuklu her şekilde herkese hitap eden bir şehir ve özellikle müzeleri ve canlı yasamı ile dikkat çekici. Havalimanlarının bu sehire yakışmayacak kadar kotu olduğunu vurgulayarak gezimize başlayalım.
Biz Tegel i kullandık eski Ankara/ İzmir cinsi bir havalimanı ama diğerleri de daha iyi durumda değilmiş. Bu arada savaşın meşhur havalimanı Tempelhof bugün sehirin ortasında bir parka dönüştürülmüş ve bayağı ilginç görüntüler veriyor. Sehrin ortasına Mitte deniyor ve bu bölge her yere eşit mesafede ve kalmaya elverişli. Havalimanından 30 Euro dan daha ucuz bir rakama ve büyük bir ihtimalle bir Türk taksi şoförü ile ulaşıyorsunuz.
Mitte de kalıyorsanız zaten tarihi Berlin de kalıyorsunuz demektir. 30 seneye yakın soğuk savaşın simgesi olan Berlin Duvarı’ndan bugün geriye çok az bir eser kalmış. O dönmeler ve halen Berlin in en önemli caddelerinden olan unter der Linden de gördüğünüz renkli borular duvarın sınırlarını hatırlatmak için konmuş. Aslında duvar bir gecede yapılan bir yapı değil. İlk sinyali 13 Ağustos 1961 de bir gece Rus tankları ve DDR askerlerinin sehim kendi taraflarından batıya girişlerini n engellemesi ile başlamış. Ekim sonlarında filmlere de konu olan meşhur check point Charlie denen yerde Rus ve ABD tankları karsı karşıya geldiğinde 3.Dunya savası başlaması an meselesi olarak görülmüş. Yıllar içinde duvar iki duvar arasında geçilmesi yasak bölgeye dönüşmüş ama yüzlerce kişi de farklı yöntemler ile kaçmayı basarmış. 9 Kasım 1989 da Glasnost ortamı sırasında bir basın röportajı sırasında söylenen geçişlere izin vereceğiz tadandaki bir söylemin arakasından duvar neredeyse bir günde yıkılır hale gelmiş ve 2 yıl içinde neredeyse izi kalmamış.
Bu tarihi hikayeden sonra Berlin de neler var bakalım; Mitte den başlayan yolculuğunuzda tarihi Unter Der Lindern ve sonundaki Branderburger tor ve Reichstag ana ziyaret noktaları. Bu arada ayni bölgede Friedrich strasse de tarihi önemli olan ama bugün daha ticari ve dükkânların olduğu bir yer. Unter der Linde nin basını eğer Berliner Dom kabul edersek çok güzel bir kilise olduğun söylemem lazım, hemen yolun başında Müzeler adasındasınız demektir ki burada 5 adet müze yer alıyor. Bunlardan birisi ise ne yazık ki Türkiye den nerdeyse tamamı sökülerek getirilen Bergama antik kentinin olduğu Pergamon müzesi. Unter der Linden in üzerinde neredeyse her bina tarihi ve baktığınızda hepsi sağlam gözüküyor hâlbuki şehir inanılmaz bombalanmıştı. Dolayışı ile isten sermaye ve bilgi bir araya gelip inanılmaz bir renovasyon yapılmış olduğu belli.
Reichstag bugün de önemli işleve sahip ama Nazi Almanya sinin mabedi desek yalan olmaz. Brandenburger tor ise tarih boyunca muzaffer komutanların şehre giriş yeri olmuş.. Bu kapıdan bakınca gözüken ilerideki anıt Siegessaule yani Zafer Aniti. Bu arada Branderburger Kapısından hemen evvel solda hotel Adlon da tarihe tanıklık eden otellerden biri, gene kapının biraz ilerinden 2006 civarı yapılmış soykırım aniti var ki ben pek anlamlı bulamadım. Daha çok çocuk oyun alanı gibi duruyor.
Buradan sehir ortasından gecen Spree nehrini geçerseniz hemen karsınıza çok güzel ve bayağı da işlevsel olan Tren Garı geliyor. Buraya kadar gelmişken mutlaka Naturkunden Museum yani Doğa Tarihi müzesine gidin. Dünyanın bilinen en uzun dinozor fosilini görmenin ötesinde evrim teorisi ve müzecilik konusunda da süper enteresan deneyimler içeriyor ve buna karşın ucuz bir müze.
Yolumuza ayni yöreden devam edersek aslında Spree nehri boyunca beach partiler bile yapılan enteresan yerler göreceksiniz . Bir Bodrum, Cesme değil ama eğlence ve unutmayalım ki Berlin Avrupa’nın en çok gece kulübü bulunan sehri. Gene Berlin halen basili kitabin ve kitapçının çok olduğu bir şehir dolaysı ile bir çok yerde elektronik değil basili formatta kitap okuyan insan görmek mümkün.
Tekrar nehrin karsına Bundestag a yakın bir yerden geçtikten sonra Berlin in en büyük parkı olan ve New York için Central park neyse Berlin için de aynisi olan Tiergarten a geliyorsunuz. Adi aslında hayvanat bahçesi ama burası içinde gollerin, botanik ve gerçek hayvanat bahçelerinin olduğu ve yürüyüş yollarında bile süper heykellerin olduğu bir yer. Buradan parkın ortasından direk yürüdüğünüzde sizi Berlin’in en önemli yerlerinden biri olan ve Bağdat caddesi diyebileceğimiz Kurfurstendamm a geliyoruz ama buraya gelmişken önce muhteşem hayvanat bahçesine mutlaka uğramak lazım.
Bir kaç tane uluslararası taninmiş hayvanat bahçesi gördüm ama bu gördüklerim arasında bir numara. Hayvan çeşitliliği, altyapısı, düzeni ve temizliği hatta yemekleri bile cok başarılı. Gezmek saatler alıyor ama çocuklu iseniz mutlaka uğrayın, ihmal etmeyin. Fiyatı da makul 35 Euro karışlığında 3 çocuk ve 2 yetişkin gezebiliyorsunuz.
Hayvanat bahçesinden çıktığınızda ise Memorial Church ile birlikte meşhur Kurfurstendamm a geliyorsunuz.. Oldukça uzun bir cadde. Üzeri mağaza ve yemek ile ilgili yerler ile dolu ve sonuna doğru Berlin in en büyük ve eski alışveriş merkezi KaDeWe geliyor. Bence gayet başarılı bir alışveriş merkezi ve oldukça da güzel bir bina. Devam ederseniz ki burada artık yürümek değil ulaşım araçlarını tercih ederek Berlin in en önemli meydani Potsdamer platz a geliyorsunuz.
Meydan hem tarihi hem de kültürel acıdan önemli. 1920 ler de Avrupa’nın en önemli eğlence merkezi olan bu meydan savaşta en çok bombalanan yerlerden biri ve savaş sonrası bos bir arazi olarak şehrin dörde bölündüğü noktada ortada kalmış bir yer. Daha sonra Berlin’in en önemli projelerinden biri ile Sony ve Daimlerin destekleri ile bugünkü modern işyerleri, sinema ve meydanin olduğu hale getirilmiş. Ayni zamanda halen büyük boy ve grafiti dolu duvar kalıntıları ile resim çektirebileceğiniz sayılı yerlerden biri. Kompleks içerisinde legoland, IMAX sinema, güzel restoranlar ve tarihi Kaisersaal var. Burası 1920 lerden korunarak gelmiş bir duvar ki duvar deyip geçmeyin camla korunan çok güzel bir görüntüsü var ve içerinde gene orijinaline sadik kalınarak yapılmış restorandan oluşuyor. Ayrıca gene ayni meydanda 96 metreden Berlin’e bakma olanağı veren Panoroma punkt da gayet turistik.
Buradan şehrin güneyine inerseniz kendinizi biraz Türkiye ye gelmiş gibi düşünebilirsiniz. Burası meşhur Kreuzberg ama yolda henüz 2.dünya savasının ruhu sizi takip etmekte. İlk önemli yer Topographie des Terrors denen eski Gestapo ve SS kuvvetlerinin merkezleri yani 2.dunya savasının planlandığı ve insanlara işkence edilen yerler dolayışı ile terörün izleri diye tanıtılıyor. Buradan devam ettiğinizde ise belki en çok bilinen simge yer olan Checkpoint Charlie geliyor. Buranın önemi 1961-1990 arasında Bati ve Doğu Berlin arsındaki tek geçiş noktası olmasından geliyor. Tabii su anda gittiğinizde eski meşhur bariyerli aralarında 10 metrelik yol olan ve filmlerde casusların değiş tokuş edildiği yer olarak gördüğünüz görüntü pek yok. Caddenin ortasında bir simge kulübe ve iki tarafından büyük boy bir ABD ve SSCB asker resmi var.
Kalanı sizin hayal gücünüze kalmış ama yardımcı olmak için hemen yanında Blackbox Cold War center ve eskiden gözetleme kulübesi olan Haus am Checkpoint Charlie var. Biraz ileride Yahudi müzesi ile tarihe biraz ara veriyoruz. Kreuzberg aslinda daha çok alt ekonomik gelir grubuna hitap eden bir yer iken 2 Dünya savaşı sonrasında sanatçıların, azınlıkların, yabancıların yerleştiği bir yer haline gelmiş. Türklerin baskınlığı net olsa da ayni zamanda çok lüks konutlara da ev sahipliği yapan ve duvarın ne net olarak geçip ikiye bölmüş olduğu enteresan bir yer.
Yolumuza Doğu Berlin’e doğru devam edersek hedefimiz Alexanderplatz olacaktır. Burada ana simge yer TV kulesi ve tepesine çıkılabildiği için de sıkça ziyaret edilen bir yer. Bunun dışında Nikolai kilisesi, Rotes rathaus, Marien Kilisesi ve DDR yani eski Doğu Almanya yaşantısını gösteren müze enteresan yerler arasında. Burada göreceğiniz alışveriş merkezlerini KaDeWe ile karşılaştırdığınız da aslında iki toplumun zamanında nasıl farklı refah seviyesinde olduğunu görebilirsiniz. Burası özellikle gençlerin geldiği çok kalabalık bir meydan olduğunu da belirtmeliyim. Tabii bu turun eksik bir yeri var biraz kuzeyde kaldığı için pas geçtik ama Charlottenberg sarayı da vaktiniz kalırsa görmeniz gereken enteresan yerler arasında.
Berlin’i gezdim vaktim var sehirin dışında ne var derseniz tabii ki gene tarihi önemi olan bir yer , bir toplama kampı olan Sachenhausen ve Avrupa nin en önemli saraylarından olan Park Sanssouci nin olduğu ve savaşta en çok bombalanan yerlerden Potsdam seçenek olabilir. Burası Stalin, Truman ve Churchill in meşhur savaşın bitişi ile ilgili kararları aldıkları ve resimleri ile meşhur olan kent.
Son olarak yararlı öğütler arasında devamlı yağmur yağma olasılığı olduğu için tedarikli olmanız, Almanya da halen dükkânlar erken kapandığı için cok planlı olmanız ve Berlin’i Berlin yapan yeme ve eğlence yaşantısına mutlaka zaman ayırmanız gelecektir. Tipik Berlin
Ayrıca tatlıların, şarapların, biraların çeşitliliği ve kalitesinden bahsetmeme gerek yok herhalde. Mutlaka bir Brezel yani tuzlu simit ile Berlinler Pilsner denemenizi öneririm. Birde Berlin er Weisse mit Schuss denen ve şarap bardaklarında sunulan fermente buğday birası ile renk veren tatlı bir şurubun karışmandan oluşan içki de denenebilir.
KaDeWe dışında süper dizaynı olan Lafayette, Karstadt, Alexa ve Potsdamer Plazt Arkaden diğer çok katli alışveriş merkezleri. Berlin tarihi ile meşhur olduğu için çok sayıda güzel hediyelik eşya üretilmiş ve almaya değer. Eğlence konusunda Berlin’in Avrupa’nın bir numaralı clubbing şehri olduğu hatırlatmakta yarar var. Aklımıza gelmişken gündüz şehrin dolaşmanın eğlenceli bir yolu bisiklet kullanmak olabilir çünkü şehrin bir çok yerinde kendilerine ait yolları ve park yerleri var,
Böylece 4 günlük Berlin gezimizin sonuna geliyoruz. Basta da söylediğim gibi eğer dünyanın 1910-1990 arasındaki tarihine meraklı iseniz `wir fahren nach Berlin` veya Kennedy nin meşhur söylemi ile `Ich bin ein Berliner`. Aufwiedersehen
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-72642183634505709702014-02-09T22:49:00.001+02:002014-02-09T22:49:05.368+02:00San Francisco
Yaklaşık 16 saatlik bir uçak yolculuğu ve 10 saatlik saat farkını göze alaırsanız, ABD’ nin ve dünyanın en güzel şehirlerinden birini görme ve yaşama şansınız olacaktır. Nüfusü bir milyon bile olmamasına rağmen ülkenin metrekare başına en yoğun nüfusa sahip 2. şehri olan San Francisco, ülkenin öncelikle liberal akımlarının başını çekmiş daha sonra da 1990 ların başından itibaren Silikon vadisinin başında yer alarak inanılmaz bir teknoloji gelişimine başkentlik yapmaya devam etmiştir.
Yılda 12-13 milyon turistin geldiği şehir, ekonomisini de tamamen hizmet ve finans sektöründen gelen gelirler ile büyütmektedir. Beyzbolun da bir numaralı şehri olan San Francisco İspanyol kolonileri tarafından kurularak isimlendirilmiştir. Meşhur Altına Hücüm sırasında inanılmaz büyüyen şehir 19 yüzyılda halen sürdürdüğü eyalet-şehir olma vasfına kavuşmuştur. 1906 depreminden neredeyse tamamen yıkılan şehir daha sonra bügünkü enteresan mimarisine kavuşmuş.
Yaklaşık 50 tepeden oluşan şehrin her mahallesi enteresan bir etnik yapıya sahip. 2. Dünya savasında devasa Fort Point kalesinden Pasifik savaşına gidecek tüm kuvvetlere ev sahipliği yapan yer, daha sonra Alcatraz hapishanesi ile tanınmış mahkumlara, 1960’larda hippilere ve sonra eşcinsellere günümüzde ise internet start-uplarına evsahipliği yapmış ve yapmaya devam etmektedir.
Adını bir makkümden alan meşhur “Alkatraz Kuşcusu”, Clint Eastwood’u ünlendiren “Dirty Harry” ve 2008 ‘de Sean Penn’e oscar getiren “Milk” şehrin farklı dönemlerini anlatan filmler olarak da seyredilebilir. 1989 depreminde tekrar zarar gören şehir o dönemden sonraki yapılanması ile nüfus artışını sürdürmüştür.
Şehir üç tarafının denizle çevrili olması nedeni ile garip bir iklime sahip. Genelde kurak, rüzgarlı, kışın ortalama 12 ama yazında genelde 16 derece civarında bır ısı ile serin bir yer ; ayrıca sıkca olan sisler ile de ilginç manzaralar oluşuyor. Su da sıcak olmamasına rağmen deniz sporları popüer.
Meşhur Golden Gate ve iki katlı Bay köprüleri ile aynen İstanbul gibi görüntüsü olan şehrin en önemli farkı “Neighborhoods” denen farklı etnik ve mimari yapılarla kurulmuş mahalleler. Fakat şehir sakinleri kendileri sıkça New york ile kıyaslamaktalar. Bana kalırsa yapı olarak benziyor ama hissettirdiği karakter çok farklı. New York’ta bir fast food edası ile yaşamı tüketirken burada gurme bir yemeğin tadını çıkartıyorsunuz.
Gelelim 90-100 dakika süren bir turla göreceğiniz ve detayını gezmek isteyeceğiniz yerlere.
Şehrin tek gökdelenei yeri olan Financial district, alışveriş merkezleri ile Union Square ve Market street kısaca downtown diye geçiyor.
Şehirde halen çalışan eski tip 3 tane Tramway hattı var. Bir tanesi de sizi ünlü Nob Tepesine çıkartıyor ki bir zamanlar zenginler burada çok büyük evler yapmışlar.
Sahilde ise Embercadero boyunca gidince ünlü Fischerman’s wharf ve ABD nin en önemli turistik yerlerinden olan Pier 39 yer alıyor. Burası aslında marinası, üstünde lokanta ve eğlence merkezleri ve en önemlisi ise bazen sayıları 2000’ni bulan fok ve deniz aslanlarının güneşlenip oyun oynadığı iskelesi ile ünlü. Buradan meşhur Alcatraz hapishanesi ve balina seyretmek amaçlı turlara katılmak mümkün. Biraz serin ve ıslak tura katıldığınızda yaklaşık 90 dakikaya ilk balinaları görceğiniz neredeyse kesin.
Alcatraz ise 30 sene hapishane olarak görev yapmış orta büyüklükte bir ada. Burada zamanın çok ünlü mahkumları neredeyse 23 saat hücrede geçirerek çok zor bir yaşam sürmüşler. 20 tane filme ev sahipliği yapan “Kaya / The Rock’tan” kaçma girişimlerinin çoğu başarısız da olsa ne oldukları hiç bilinmeyen 5 kişi var ki en önemlileri 1960 ların başından kaçan ve “Escape from Alcatraz” filminde hikayeleri yer alan ikisi kardeş 3 mahküm. Bügünlerde yılda 750, 000 turistin ziyaret ettiği adadan 2005 yılında bağış amaçlı bir denemede 9 yaşındaki bir çocuk iki saatten az bir zamanda kıyıya yüzmüş. Bu denemenin soğuk sular, akıntılar kopek balıkları ve gemiler nedeni ile bayağı tehlikeli bir rota da yapılmış olduğu kesin.
Bir çok Amerikan şehrinde olduğu gibi Çin, İrlanda, İtalyan mahalleri de var ve bence en güzeli Little İtaly dene italyan mahallesi. Burada kuzey sahili denen kısım gerçekten çok güzel manzaralı ve Coit Tower da ziyaret edilmesi gereken bir yer. Manzaranın güzel olduğu yerlerden biri de Russian Hill ve dar sokakları ile Lombard street. Özellikle üstü açık otobüslerle gezerseniz şehrin diğer enteresan yerleri olan Alomo meydanı ve Viktorian tarzındaki güzel evleri, Hippilerin mekkesi olan sokaklarında hafif ot konusu halen süren Haight, yeni zenginlerin mekanı Marina ve eskilerin malikanelerin olduğu Pasifik tepelerini görme şansınız olur. Bu turun önemli noktalarından biri de meşhur Golden Gate; dilerseniz yaklaşık 45 dk ve kuvvetli rüzgar altında köpründen yaya yürümeniz mümkün ama zaten izlemek için güzel noktalar ayrıca yaratılmış.
Yaklaşık 220 park olan şehirde Golden Gate ve Dolores parkları muhteşem. Köprüyü geçince ulaştığınız sahil kasabası Sausaltio da gerçekten hoş anılar yaratacak yerlerden. Göçmenlerin zamanaında en önemli yerleşim yeri olan Mission ve eşçinsellerin merkezi Castro da şehrin diğer turistik yerlerinden.
Gayet başarılı bir ulaşım altyapısı olan şehirde en pahalı aktivitelerden biri otoparka araba koymak onun için araç kullanımını pek tavsiye ediyorum diyemeyeceğim. Genel olarak şehir pahalı bir şehir ve her halka arz sonrası özellikle emlak fiyatlarında artış olmaktaymış. Şehirdeki diğer pahalı şey ise şise suyu çünkü aslında musluktan temiz su verildiği için lüks sınıfına giriyor. Gördüğünüz her fiyata yaklaşık yüzde 9 vergi ekleniyor dolayısı ile bunu aklınızda bulundurun..
Şehire geldikten sonra aslında zamanlamanızı iyi yaparsanız 1 ile 2 saatlik otoban yolculukları ile ki yollar hem iyi işaretlenmiş hemde ortalama 120-140 km süratle gidilebilir durumda, bir çok ilginç kasana ve şehire ulaşabilirsiniz. Palo Alto ve Stanford üniversitesi, San Jose, Ventura , Santa Barbara, Santa Cruz, Berkeley, Oakland, meşhur şarap bağları ile Napa Valley, Monterey, Carmel ve meşhur 17 miles drive mutlaka gidilmesi gereken yerler. Meraklıları için Gilroy yörenin en büyük outleti ve seçenek çok, ortalama fiyatlarda yüzde 20 ucuz.
Şehirde her trülü damak tadına uyan lokanta, pub, bar var aynı zamanda çikolata çok populer çünkü meşhur üretici Ghirardelli 1890 lardan beri burada üretim yapıyor.
Aynuı zamanda meraklıları için körfezde yelken yapmak ve geçen senenin America’s Cup heyecanının yaşamak olası. Doğa tutkunları 2-3 saati göze alırlarsa Yosemite de oldukça yakında.
Meraklıları için çok sayıda sosyal medya ve teknoloji şirketinin kampüsleri çevrede ve gezmeye de izin veriyorlar.
Son söz olarak San Francisco belki de Amerikan rüyasının en iyi temsilcisi dolayısı ile çok zaman ayırmaya değen bir yer diyelim.
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-73535652466445701802014-01-13T16:51:00.000+02:002014-01-13T16:51:11.777+02:00“NE BEKLEYECEĞİNİZİ BİLEMEYECEĞİNİZ BİR ŞEHİR SEUL”2000 seneyi geçmeyen bir tarihi olan Seul kendi başına 12 milyon ve çevresindeki 2 orta büyüklükteki şehir ile yaklaşık 25 milyon kişiye ev sahipliğe yapan ve bu özelliği ile dünyanın sayılı büyük şehirlerinden biri. Yaklaşık 9-10 saatlik direk uçuşla varacağınız Incheon hava limanı yılda 50 milyon kişiye ev sahipliği yapan, içinde Golf alanı, spa ve kumarhane olan ama akşam saat 22 dedin mi kepenkleri kapatan devasa bir havalimanı. Oradan Seul’e de yaklaşık 40 km ama genelde en az 60 dk yol var.
Türkiye ile tarihinde ortak paydaşları olan Kore halkının en azından Seul bölümü sadece 250,000 expat yaşamasından mütevellit de olabilir gene de en sıcak bizimle anlaşıyor gözüküyorlar. Çok matematiksel bir lisanları nam-diğer hangeul olmasına rağmen, ingilizce konuşanı iyi konuşuyor. Konuşamayanı ise elindeki akıllı telefondan hemen çeviri yaparak yardımcı oluyor. Bu özellikleri inanılmaz.Zaten yerel insanları tandıkça çok daha çalışkan daha az fırsatçı olmaları dışında ortak özellikler çoğalıyor.
Han nehri şehiri ortadan ikiye ayırıyor ve üzerindeki köprülerde aynen bizim Boğaz köprüleri gibi devamlı dolu. Zaten şehirde devamlı sıkı bir trafik var.
Eski şehire güney, yeni şehire ise kuzey kısmı deniyor. Aralarında net fark belli oluyor zaten. Kore savaşından sonra muhteşem büyüme gösteren şehir belki de teknolojinin kalbi sayılacak nitelikte bir yer. Samsung, LG, SK, Hyundai, KIA gibi devlerin merkezi ve gene fiber altyapısı ile dünyanın en hızlı internet erişimine ve internet penetrasyonuna sahip.
Ülkenin ekonomisinin beşte biri burada üretiliyor. Öte yandan dünyanın en uzun metro şebekesi de burada. 1988 Yaz Olimpiyatları ve 2002 FIFA Dünya kupası ki bizim için önemli bir kupa idi burada oynanmış. Ayrıca şehirde çok sayıda konferans oluyor tabii.
Bu devasa şehir 25 tane bizdeki ilçe gibi Gu ve onun altında 500’den fazla dong isimli yapı ile yönetilebiliyor. Aslında şehir bir mimari güzellik taşımıyor bence daha çok fonksiyonel tasarlanmış bir şehir. Bu da kültürden geliyor; çok küçük yaştan beri matematiksel ve analitik düşünce üzerine yetiştirilen bir kültür. Çocuklar için oyuncak bulamayacağınız şaşırtıcı bir yer. Çok çalışma nedenlerinin başlıcası ülkede petrol, maden gibi hiçbir doğal kaynak olmamasından dolayı küçüklükten beri en büyük değerlerinin insan olduğuna inanarak yetişiyor olmaları. En büyük değer insan demek her birinin çok sıkı eğitimden geçmesi ve çok çalışması demek. Tarihsel olarak çok güçlü komşuları ve düşmanları var. Çin ve Japonya ile rekabet ettikleri bir bölgede olduklarını düşünerek ve kaynakları olmadığından, çok iyi eğitim almanın önemine ve çok fazla çalışarak mücadele etmeye inanıyorlar. Bu da oyuncak gibi bir doğal çocukluk unsurundan feragatı gerektiriyor.
Aynı şekilde şehiri gezerken kitap, rehber, harita, kitapçı bulmak da zor ama her yerde inanılmaz renkli ekranlar, akıllı telefonlar, tabletler ve çoğunluk bedava internet bulabilirsiniz. Taksi için beşer şeritli olmalarına rağmen trafik, metro için anlaması zaman alan bir altyapısı olan şehirde yürümek de aslında çok zor değil tabii kışın eksi 10 yazın artı 35 dereceler sizi rahatsız etmez ise.
Bir turist olarak göremeniz gerekenler listesi arasında yeşilliğin bol ama hava kirliliğinde çok olduğu şehirde Namsan park, dünyanın en büyük kapalı eğlence merkezlerinden Lotte world, Olympic Park, Cheonggyecheon, Ulusal Müze, Gangnam Caddesi ve meydanı, Gyeongbokgung Sarayı, COEX alışveriş merkezi, Namdaemun (South Great Gate) ve Dongdaemun (East Great Gate) tahta tarihi kapılar ve yakınlarındaki aynı isimli alışveriş merkezleri. Benim izlenimim bunun dışında çok kasmaya da gerek yok. Kore'nin en popüler turistik yeri Jeju Island. Japonlar tracking ve golf için çok geliyorlarmış. Busan da yazlık mekanı bir şekil izmir gibi denebilir.
Çok çalışmanın ve geleneksel bir aile kültürünün egemen olduğu Seul’de yemek içmekde müşkülpesentler için bile çok sorun değil. Bazıları pek anlamlı olmasa da çok sayıda deniz ürünü , sebze, dim sumlar güzel tatlılar, çaylar ve kahveler her yerde bulunabiliyor. Genelde sağlığına düşün olan Koreliler küçük porsiyonlar ile yiyorlar fakat özellikle sarımsağa olan düşkünlükleri biraz kokulu ortamlar yaratıyor. Bu arada chopstickler metal den yapılmış oluyor genelde. Popüler yeme içme caddeleri arasında Yeoksam-Dong, Myong Dong (Lotte'nin olduğu yer), Insadong, Garosu Gil / Sinsa-dong, Samcheong-dong var.
Ama favori akşam yemeği ocakbaşı tadında yenen, makasla kesilen ince etlerle yapılan barbeküler. Yanında bira ve lokal içkiler ve değişik mezeler yer alıyor. Bu arada Korelileri hızlıca içip sarhoş olma konusunda fena değiiler.
Yerel içkiler SOJU biraz shot tadında içilen hoş bir içki. Bira da çok yaygın. İçki konusunda farklı bir özellikleri çok fazla karıştırmayı seviyorlar. Soju ve Bira karışımı çok popüler ve tek sefer de shot olarak içiliyor. Su bardağının yarısının dolu olduğu Soju-Bira ya bombshot deniyor. Bunu karıştırıp köpük yaratıp köpüklü bombshot da yapıyorlar. Soju-Viski, Bira-viski gibi karışımlar da mevcut. Eğlence kültüründe, bir akşamda ne kadar çok yere gidildiği çok değerli. Her birine round diyorlar. Dün gece 4 round yaptım demek, yemek dahil 4 farklı mekanda içki içtim demek anlamına geliyor.
Üstüne de bir karaoke (noraebang deniyor bu tip yerlere) patlatıyorlar ki tam bizim kafa. Yanlız yabancıların yerel halkla iş dışında o kadar hızla kaynaşmaları biraz zor. Kültürde eğilerek teşekkür etmek çok önemli, bu arada şerefe de “Kombe” demek. Bu arada ilginç içki adetleri var, şerefe işi çok yüksek sesl neredeyse kavga tonunda yapılması yadırganmıyor. Onun dışında zaten sessiz bir millet. Ama aldanmayın erkeklerin büyük çoğunluğu Tekwando biliyor ve %10 civarı siyah kuşak imiş.
Halk genelde haftasonları kendini doğa sporlarına veriyor. Yakınındaki Bukhan dağı milli parkları ile ünlü. Hayatta hernhangi bir şehirde görebildiğim en çok doğa sporları dükkanına sahip şehir. Ben en az 20 tanesine girdim, çeşit ve fiyatlar inanılmazdı.
Kültürün ilginç bir parçası estetik ameliyat. Neredeyse bakkal dükkanı kadar çok estetikçi. Özellikle bayanlar göz, burun ve cilt operasyonları yaptırıyorlarmış. Yaklaşık bayanların yüzde otuzu bu çeşit bir operasyon geçiriyor. Cilti beyazlatmak bayağı moda ve genelde güneş ışınları pek de sevilmiyor halk arasında.Hatta Japonya ve Çin den de bayağı bir turist çekiyor bu alanda şehir. Perakende olarak da çok sayıda yerel ve iddialı kozmetik ürünleri mevcut. Gene benzer şekilde şifalı çaylar, yemekler ve tabii meşhır Kore Kırmızı Zencefil çay ve hapları sıkça rastlayabileceğiniz ürünler.
Seramik, folklorik müzik ve dans gelişmiş sanatlar arasında. Spor da ise Tekwondo sadece milli spor değil aynı zamanda şehir dünyanın bu konudaki merkezi. İlginç şekilde beyzbolda çok sevilen bir spor. Bu arada Go oyunu Baduk ismi ile çok popüler. Diğer önemli özellik ise Kore’nin dünya mobil ve internet oyunlarının merkezi sayılması.
Değişik gelenekler arasında çoraplar var. Özellikle ev ziyaretlerinde önemli imiş. Koreli bayanlar genelde kısa etekler giyiyorlar ve el ele tutuşarak gezmek de çok yadırganan bir konu değil. Hediye etmeyeceğiniz şeyler arasında gül var çünkü cenaze çiçeği. Garip ama bahşiş de çok sevilen bir adet değil. Diğer gariplikler arasında modern bina ve otellerde elektronik ve karmaşık tuvaletler olması. Çözmek biraz zaman alıyor. Açık tuvaletler ise her boya uygun olsun diye acayip uzun.
Bir USD 1000 Won ediyor ve sadece 3 tip kağıt, 3 tip madeni para var, dolayısı ile yanınızda bayağı kağıt taşıyorsunuz. Kredi kartları elektronik imzalı şekilde çalışıyor. Şehir İstanbul mertebesinde ucuz veya pahalı ama elektronikler çok da ucuz değiller. Bence şehir mutlaka gidilmesi gereken bir yer.
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-88954485749047381482012-10-14T13:18:00.001+03:002012-10-14T13:19:56.072+03:00AmsterdamHollanda bizim gençliğimizde lalelerin, tahta ayakkabıların,peynirlerin , yelkenlilerin ve futbolun ana vatanı idi.
Dünyanın en düz ülkelerinden biri olduğunu ama deniz seviyesinin altında kaldığı bilinirdi. Amsterdamı dünyanın en önemli ticaret limanlarından biri olduğu hatta New york'un ilk isminin New Amsterdam olduğunu da mürekkep yalamış biri bilirdi. Yahudilerin yaygın yerleşim yerlerinden biri olduğu için ikinci dünya savaşı sırasında çok acı hikayelerin olduğu da araştırılınca bulunurdu ama 1990 larda avrupa da ilk gideceğim yerlerden biri değildi.
Amsterdam a 2002'de ilk gidişimde düşündüğümden çok farklı bir yer buldum. Şirin, dar cepheli ve uzun pencereleri olan, birbirlerine değişik açılarda yaslanmış evlerin olduğu, sonsuz sayıda kanal ile kesilmiş, bisikletler ile dolu, çok sayıda müzenin ve belirli ölçüde esrar türevlerin kullanıldığı bir yerdi. Bu gezimden sonra daha net bir portresini çizebilirim.
Amsterdam aynen geçmiş yılların kaşifleri gibi; tüm dünyadan topladığı iyi ve kötü deneyimleri var ama karakteri kendine has. Sert, direk iletişim kuran, çok hırslı ve çalışkan olmayan, mütevazi bir şekilde yaşamdan yararlanmaya çalışan , toleransı yüksek, hastalık derecesinde cimri ama ticareti ve pazarlığı çok iyi bilen bir yer hollanda.
Normal nüfusu 600-700.000 kişi ama sadece yüzde kırkı Dutch kalanı göçmen ve expat.Sadece kanalları senede 4 milyondan fazla insan geziyor. Ortalama 300.000 turist var her an şehirde. Ekonomiyi ticaret ve doğal gaz kaynakları dışında içinde seks ve uyuşturucunun belirli serbestiyetini de barındıran turizm ayakta tutuyor hatta GDP nin yüzde onu buradan.
Bu arada yeri gelmişken uyuşturucu konusu bir enteresan; dükkanlardan 10-15 gramlık bitkisel ürün alabiliyorsunuz, yetiştiriyorsunuz ama kimyasal kısmı, ihracatı, coffee shop dışında kamuya açık alanda içimi yasak. Sokaklarda özellikle rüzgarsız zamanlarda netce bir koku oluyor özellikle kahve dükkanlarının çok olduğu yerlerde. Bir turist olarak lolipop olanı bile dışarıya çıkartmak isterseniz dikkat hem çıkış hem türkiye girişinde amsterdam yolcuları daha çok arananlar arasında deniyor ama ben pek öyle bir deneyim yaşamadım.
Futbol şehirde bir İspanya,İtalya, Türkiye kadar yer tutmuyor ama seyrediliyor.
Şehir merkezinde evler eskiden olan vergiler yüzünden ön tarafta küçük cepheli arkaya doğru bürüyor. İçeriye bir eşya sokmak pek kolay olmadığı için hepsinin en üst katında bir vinç görebilirsiniz,diğer ilginç bir özelliğinde perdelerin genelde açık olması, bu eskiden gelen bir kültürel alışkanlık.
Bu evlerin oturanları sadece insanlar değil çok ciddi sayıda fare de şehir merkezinde yaşıyor deniyor. İlginç yasaklardan biri de fareleri öldürmesek üzerine onun için oturanlar dost olmuşlar. Bir çok insan genelde çalıştığı yerden en az bir saat uzakta oturuyor. Sabah trenlerden inince ortalıkta yaklaşık 600.000 bisiklete devreye giriyor. En dikkatli olmanız gereken konulardan biri bu dandik bisikletçi ordusunun
kullanım şekilleri çok agresif ve kazaya müsait. Şehir soğuk ve yağışlı değilse yürüyerek aksi takdirde tramvay, otobüs ve deniz motorları ile rahatça gezilebilir. Günde 7,5 euro'ya her yere gidebilirsiniz ve taksi daha az bulunan ve pahalı bir ulaşım aracı.
Gelelim şehirde kime ne hitap eder konusuna; Schipol havalimanı'ndan tren ile merkez istasyona, otel otobüsleri bazı otellere ulaşım var. Taksi 35 euro falan ama eğer Faslı, Tunuslu bir çakal taksiye düşerseniz 65 euro da tutabilir.
Eğer sanat meraklısı iseniz işiniz kolay; Van Ggh müzesi, Rijks müzesi, Amstel King müzesi ve tarih müzesi ilk kale gelenler. Daha uçuk müzeler isteyenler için işkence ve seks, prezervatif müzesi gibi seçenekler de var tabii.
En etkileyici hikayelerden biri de Anne Frank Huis müzesi, küçük bir yahudi kızının günlüklerden tanınan olayda iki yahudi aile 25 ay hiç dışarı çıkmadan bir evde saklanmışlar fakat birçokları gibi ele verilnce toplama kamplarında bir aile ferdi dışında hepsi can vermiş.15 yaşında ölen kızın trajedisi bu evde görülebilir.
Tarih sevenler için ilginç bir özellik kiliseler Amsterdam da çok işlevsel değil çoğu başka amaçlar için kullanılır hale gelmişler gene de bazı iyi örnekleri var
Ana gidilmesi gereken meydan DAM meydanı, burası benim gördüğüm en canlı yeri, çevresinde alışveriş ve yeme-içme olanakları ile ideal turist yeri. Bir Madame Tussaud müzesi de burada bulunuyor . Buraya yakın merkez istasyonda çok güzel bir bina. Hemen yakınında hayatta kolay göremeyeceğiniz dolulukta bir kaç katlı bisiklet parkı var ve oraya kadar gitmişsen hemen arkasında Amsterdam EYE var, burası boğaz manzaralı sinema kompleksi gibi bir şey.Motorla geçiliyor ve yanında enteresan bir geri dönüşüm müzesi var.
Bunların dışında iyi bir turistin görmesi önerilecek yerler arasında jordaan bölgesi, Leidesplein meydanı, Vondelparkı ve müze bölgesi, Plantage ve alışveriş için dokuz cadde diye geçen Negen straatjes yer alır
Ben daha uzaklara gidelim dersen gene sanatsal açıdan önemli bir akım olan Kobra müzesi , NEMO bilim merkezi ki çocuklar için ilginc , peynir yapımı ve değirmenleri görmek için Volendam ve Marken, gene çocuklar içn bizim minyatürk ün öncüsü Madurodam, sadece peynir için Edam ve Alkmaar , şehirin içinde Heineken ve Ajax müzeleri sayılabilir. Bir de çokça tanıtımı olan 4d ıce experience diye de bilinen bir icebar var ama ben lokallerden pek bir övgüsünü almadım.
Gelelim olmazsa olmazlarına yani kanal turu ve Red Light caddesi.
Yaklaşık 75 km suyolu olan şehirde 1200 köprü varmış; üç en ünlü kanal prinsen, keizen ve herrengracht olarak bilinir. 17 yy da planlanan ve yapılan şehrin bu bölümü ki Grachtengordl diye biliniyor gerçekten çok ilginç. Bu arada şehire adını da aslında Amstel nehirine yapılan baraj yani Amsteldamn vermekte.
Seks hollanda da aslında okullarda eğitimi de verilen ve serbestçe yapılmasının doğruluğu konusunda hemfikir olunmuş bir konu. Kadınlarının kendi isteği ile para karşılığı fahişelik yapılması savunulan bir konu zaten literatürün önemli fahişelerinin biri de meşhur Xaviera Hollander, kitabının ismi de the Happy Hooker. Dolayısı ile bu cadde aslında kendi isteği ile çalışan kadınlardan ki hepsi sendikası bir yer. Eskiden kırmızı fenerleri ile tanınan bu iki paralel caddede şimdilerde kırmızı işık arkadan kızların dekoru tamamlanıyor ve kırmızı perde de içeride faaliyeti gösteriyor. Canlı seks showlarda bölgenin turistik özelliklerinden. Bu arada homoseksüeller içinde Amsterdam çok sevilen, liberal bir yer hatta tam da anlayamadığım garip bir iskeleye de homoseksüel anıtı demişler.
Önemli uyarılarımdan biri coffee showlarda aslında buraların menüsü gayet ilginç ama çoğunlukla bitkisel uyuşturucu yerine kimyasal kullanan yerlerde mevcut dolayısı ile sadece en tanınmışlarda oturmanız ve deneyecekseniz hafif versiyonları denemenizi öneririm yoksa kısa seyahatıniz çok değişik bir hal alabilir.Amsterdam da sadece 6000 polis var ve tolerans seviyeleri yüksek olduğu için her sıkıntınız çözülmeyebilir diyor yerlileri.
Lisan ve yemek iki tane sorunsuz konu burada, her şeyi bulabilir ve herkesle anlaşabilirsiniz. Hollanda ya özgü bir şeyler deneyecekseniz öncelikle çok çeşitli peynir , bezelye çorbası (erwtensoep), değişik bir köfte çeşiiolan bitterballen, patates ve etli hutspot, paatws kızartması, elmalı turta (appelgebak) ve pancake tavsiye edilir. Bu arada endoneza, arjantin , italyan ve ispanyol lokantalarında çok iyi yemekler yeneblir
Pils, whitbier, bokbeer ve holanda cini sayılan jenever içilebilir. Genelde bakkie denen bir sert kahve içiliyor ama süt kahve isteyenler ters kahve anlamına gelen koffee verkeerd istemeliler.
Ne kaldı geriye alışveriş, işte bu Amsterdam i'n zayıf olduğu bir yer. 21% verginin olduğu ve indirimlerin kısıtlı olduğu bir yerde çok cazip alışveriş olanakları hele bir Türk içn pek yok. Departmanı store larda bizim avm lere göre minyatürler . Bu arada genel olarak Hollandanın pahalı bir yer olduğunu unutmamak lazım.
Şehrin simgesi aslında XXX;ben bunu şehirdeki uyuşturucu ve seks konusuna yormuştum halbuki kültürel üç değerin varlığını simgelermiş. Bu arada Amsterdam bu sene turist rekoru kırıyor sebebi uyuşturucunun gelecek sene yasaklanma ihtimali.
Yahudi kökenli bir yapının büyüttüğü bir ülke olmasına rağmen sömürgecilik sonucu gelen nüfus ile uyuşmakta zorlanıyor ülke. Avrupa da aşırı milliyetçilik ve komünizmin aynı anda yaşanabildiği öte yandan monarşinin olduğu garip bir yapısı var ülkenin. Krizin az uğradığı yerlerden biri oln ülkede akşam 16 tıda işler bitiyor ve dükkanlar da 18 de kapanıyor. İşte tüm bu garip dengeyi yaşamak istiyorsanız Amsterdam doğru yer.
Bu arda son not Schipol çok eğlenceli bir yer, özellikle peynir çeşitleri konusunda en az şehir kadar iyi. Spa dan mini sinemaya, 15 den fazla restoran seçeneği, 3 terminalde alışveriş olanakları ile gayet güzel bir havalimanı, biraz erken gitmeye değer yani.
Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-45118508477445643272010-09-30T14:15:00.000+03:002010-09-30T14:15:17.086+03:00BOSTONKısa bir yorum yapmak gerekirse bir Türk’ün eğitim amaçlı gitmek veya bir turistin ABD nin abartılı yaşamından uzak, hoş, sakin ve kültürel bir şehrini görmek istemesi için seçebileceği en hoş yerlerden biri Boston olacaktır. Aktarmalı ama yaşama katılmak veya jet lag olmadan dönmek için uygun uçuşlar ile ulaşılabilen Boston aslında bir İngiliz şehri yapısında. 17 yy da bir koloni olarak başlayan şehir ve eyalet, ABD nin bağımsızlığına giden yoldaki önemli gelişmeleri sağlamış. Meşhur “Boston tea party” bizim tarih kitaplarinda bile yer almaktadir. Bağımszlık Bildirgesi, Köleliğin kaldırılması, Kadinlarin eşitliği ve homoseksüellere yönelik hakların verilmesini , ABD bu isyancı eyaletine borçlu. Ayrıca ülkenin ilk metrosu, ilk halka açık parkı ve Harvard yani ABD nin ilk Üniversitesi de bu şehrin diğer öncü olduğu noktalar.<br />
<br />
Emlak fiyatlarının gayet yüksek olduğu şehirde ancak 2-3 gökdelen bulunmakta. Bunun yanı sıra hem denize kıyısı, hem içinden geçen bir nehir ve içinde sayılabilecek gölleri ile nefis bir doğası olan Boston’da insanları ya spor yaparken (öncelikle koşu ve bisiklet, aynı zamanda yelken, beyzbol ve basketbol)ya da eğitim ya da kültür amaçlı okurken görebilirsiniz. 3 büyük üniversiteye ev sahipliği yapan şehir, 250 binden fazla öğrenciyi ağırlıyor ama çok kurallı bir yaşamı olması gençliğin özellikle gece yaşamındaki etkisini dengede tutuyor denebilir. Ayrıca ülkenin en çok istakoz ve dondurma tüketen şehri olması ve çok sayıda lokal bira markasına sahip olması da kültürün diğer parçaları.<br />
<br />
Şehir aslında ikiye ayrılıyor, Boston ve Cambridge; neredeyse şehrin yarısından fazlası deniz doldurularak elde edilmiş durumda örneğin tüm MIT kampüsü bu şekilde geliştirilmiş.<br />
<br />
Cambridge birbirinden kültür olarak ve yerleşke olarak çok farklı iki üniversiteye MIT ve Harvard’a ev sahipliği yapıyor. MIT enteresan mimarili kampüs binaları ve gelişmiş mühendislik yetenekli insanları ile biraz daha ağır kültüre sahip bir yer. Kampüs içinde turistik geziler yapmanız mümkün. Harvard ise daha çok alana ve sempatik binalara yayılmış durumda; yakınındaki Harvard Square gerek eğlence gerek yemek-içmek açısından mutlaka gidilmesi gereken bir yer. Hazır bu yörede iken Science Museum ve Cambridge alışveriş merkezi gideceğiniz diğer yerler.<br />
<br />
Şehir aslında gezilmesi açısından çok kolay; seçenekleriniz arasında yoğun ve sıcak olan yeşil renkli hattına rağmen metro, ucuz taksi, saatlik araç kiralama, turist turları, denizde ve karada giden araçlar ile yapılan turlar, liman ve nehir gezi tekneleri ve mesafelerin kısa olması nedeni ile yürüyerek rahatlık gezilebilir. Tipik bir gezi turu otobüsten inmezseniz 2,5 saat sürer ve çok da ayrıntılı bilgi verilmekte.<br />
<br />
Şehrin görsel güzellikleri arasında Charles Bridge, Boston common, Beacon Hill, North End sayılabilir. ABD tarihi ile ilgiliyseniz Charlestown, Historic Freedom Trail, Paul Revere House sayılabilir. Aynı yörede Faneuil Hall da bence güzel bir yemek ve eğlence yeri. <br />
<br />
Çocuklar için heyecan arayanlar Akvaryum’a gidebilir veya Balina Gözlem veya Sürat Tekenleri turları alabilirler. Gene kuzey taraflarında iken Boston Celtics’in mekanı TD Garden da radarınızda olsun.<br />
<br />
Şehrin kalbi yani gerçek Boston ise Back Bay denen bölge ve özellikle Boylson ve Newburry caddeleri. Sadece bu iki caddeyi gezmek, üstünde bir yemek yemek için bile Boston’a gidilebilir. Newburry Nişantaşı kültüründe ama Bağdat caddesi tasarımında bir yer, üstü çok güzel dükkanlar ve restoran/barlar ile dolu. <br />
<br />
Şehirde yemek çok erken 18.00 gibi başlayan ve 22.00 gibi bitten bir olgu dolayısı ile bu saatlerde şehri gezmeniz , şehrin kültürünü anlamınız için çok önemli. Boyston ise üzerindeki Prudential center, Trinity Kilisesi, Copley binası ve meydanı, çok sayıda lokanta/bar ve mağazaları ile çok zevkli ve geniş bir cadde. Back Bay’in son noktaları ile Soth End ve Boston Red Sox’un merkezi Fenway Park. Burada özellikle maç günleri izdiham olmakta.<br />
<br />
Şehir özellikle ilkbahar ve sonbahar gezilmesi gereken bir şehir. Alışveriş açısından yeteri kadar seçenek sunmakta özellikle kitapçılar konusunda gerçek bir cennet. Yemek için seçenek çok, isterseniz Çin ve İtalyan mahallerinde lokal yerler, isterseniz başarılı ve yaygın zincirler veya hoş bistrolar şehrin her yerinde var. Bira ve şarap çok çeşitli ve çok lezzetli, fiyatlar ise makul. Dolayısı ile mutlaka gezi listenizde bekar, evli, evli ve çocuklu gidilebilecek bir lokasyon.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-91318840576536207032010-06-10T13:22:00.000+03:002010-06-10T13:22:26.901+03:00ATLANTA<strike>Bazen yaşan insanı hüç düşünmediği şehirlerde düşünmediği süreleri geçirmeye yönlendiriyor. Atlanta’da benim için böyle bir yer, 1996 Olimpiyatlarının olduğunu bilmek ve bir kez de transit geçmek dışında hiç aklıma gelmeyecek bir şehirde 15 gün geçirince hakkında bir şeyler yaszmamak olmaz dedim. Öncelikle şunu belirtebilirim, bir turist olarak gitmenize hiç gerek olmayan bir yer.<br />
<br />
Ancak ABD de çalışmak açısından durum biraz farklı olabilir. Özellikle Coca-Cola, CNN, Delta, Home Depot, AT&T Mobility yani eski Cingular ve yakınlarda NCR ve Fırst Data ‘nın de merkezinin yer aldığı/alacağı ilginç bir yer. Georgia Tech gibi ilk onda yer alan bir üniversiteninde bulunduğunu da unutmamak lazım. Aslında ABD ölçülerinde küçük bir şehir yaklaşık 600,000 kişi yaşıyor. Nüfusunun yüzde 40’ı beyaz ama iddiaya göre hızla artıyormuş.<br />
<br />
Şehir aslında tüm ABD de Peachtree isimli ve farklı bağlantılarla şehiri kuşatan caddesi ya da sıcaklığı nedeni ile verilen “Hotlanta” ismi ile de tanınıyor. Tarihçesi ilginç, orjinalen bir Kızılderili yerleşim bölgesi. Yerliler sürüldükten sonra şehir çeşitli isimler aldıktan sonra, tren yolunun bağlanması ile adını Western & Atlantic demiryollarından alarak 1847’de Atlanta olmuş. İç Savaşta önemli bir savaş alanı olan şehir aslından tamamen yıkılmış. Sonraki 20 sene boyunca yapılan şehir 1900’ların başında ırkçı olaylarla da anılmış. 1939’da şehirde doğmuş olan yazar Margaret Mitchell’in “Gone with the wind” eseri prömiyerini burada yapmış. 1960’larda şehirde doğan diğer ünlü Martin luther King de insan hakları hareketinin öncülüğünü yapmış ve evi de bugün müze olarak kullanılıyor. Şehirdeki diğer önemli olay tarihe çok da başarılı geçmeyen ve bir bombalama olayına da sahne olan 1996 Olimpiyatları.<br />
<br />
Şehir daha sonra çevresinde doğal hiç bir engel ile kısıtlanmadığından büyümesini sürdürmüş. Günümüzde enteresan bir özelliği USA deki ilk karbonsuz yerleşim alanı olan Virgina Highland ki hakikaten hem yerleşim alanları hem de restoranları ile hoş bir yer.<br />
<br />
Dünyanın en trafikli ilk 3 havalimanından birine sahip olmasının dışında havalimanından valizi eline alıp çıkabilmek en azından 1 saat sürüyor. Gerek uzun ulaşım mesafeleri gerekse çok sıkı güvenlik önlemleri oldukça zaman alıyor. Havalimanından şehire çok rahatlıkla tren ile USD 2 karşılığı ulaşılabiliyor.<br />
<br />
Yeşil alanları bol bir şehir ama genel olarak sıcak, nemli ve yağdığı zaman çok sağlam yağmur yağıyor. Şehirde gezebileceğiniz yerleri bir çırpıda saymak mümkün; Hayvanat Bahçeşi, Akvaryum, Piedmont Park, Stone Mountain Parkı ve aktivteleri görebileceğiniz doğal güzellikler. CNN Merkez, Coca Cola Müzesi, Olimpiyat parkı görülebilecek yerler. Atlantic Station, Lenox Square, Buckhead kaliteli alışveriş ve yemek imkanları sunan yerler. Sporda çok kayda değer başarıları olan takımlar olmasa da basket, beyzbol, Amerikan futbolu takımlarının aktiviteleri ilgi topluyor. Yemek için yeteri kadar seçenek var, ulaşım kolay, fiyatlar özellikle perakende fiyatları üzerinde ayrıca yüzde sekiz vergi ekleniyor.<br />
</strike>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-60181678208932332892009-09-07T11:58:00.001+03:002009-09-07T12:00:16.822+03:00Verimli ve Keyifli Gezilerin SırrıYaklaşık 6 senedir gezi yazılarını kendi bloğumda yazıyorum, bu dönem içerisinde şirketteki çalışma arkadaşlarımdan da çoğu zaman sorular aldım; “nereye, nasıl gidelim şeklinde”, daha büyük bir çoğunluk da gidilen yerlerde gezi programımı nasıl yaptığımı soruyor. Tabii bu bana göre yapılmış bir program, çoğu zaman 3-5 günlük bir süre içerisinde bir şehri veya ülkeyi tanımaya çalışmak mümkün değil ama en azından tipik turist gibi değilde biraz daha günlük yaşamda yer alarak gezmek mümkün.<br />Açıkcası doğal seyahat arkadaşım eşimle ben bir geziden “önceden yapılmış planlama ile uygulamaya geçtğimiz anda keyfimize göre yaptığımız esneklik” kombinasyonundan zevk alıyoruz. En az 7-8 senedir TSAG turu hariç hiç turla gitmedik, her şeyi kendimiz ayarladık.<br />Dolayısı ile keyifli gezi bence biraz planlama istiyor. Seçilen yer mevsim, merak, bütçe, ufaklık yanımızda olacak mı gibi sorular ile değişebiliyor ama bir yere karar vermeye yakınlaşınca izlediğimiz adımlar basit. Öncelikle tabii eğer çok yakın bir dostumuz kendisi gitmemişse mutlaka internet özellikle orada yaşayan yerel insanların görüş verdiği siteler mesela www.virtualtourist.com ya da diğer gezi yazısı yazan arkadaşların sitelerinden bir nereye gidiyoruz biz araştırması. Bu arada hava durumu sitelerini de unutmamak lazım böylece tayfun mevsiminde ya da muson mevsiminde alakasız rotalar seçmezsiniz<br /> Eş zamanlı olarak aday şehrin kendi resmi web sitesi de önemli bir kaynak olmakta. Daha sonra tabii googlamaca; sokak kameraları ile görüntülere bakma veya görselleri değerlendirme. Eğer bu bizim seçim noktasına yakınlaştırmışsa en pahalı maliyet olan lojistik için gene web tarama ile otel, uçak, kullanacaksak tren veya araba bilet fiyatları ve kiralarını öğrenme. Otel seçiminde mutlaka lojistik konumu örneğin tek yerde kalacaksa denize yakınlık ya da şehir ise en canlı bölgeye yakınlık, sadece bir gece kalacaksak havalimanına olan mesafe hep önemli seçim kriterleridir. Daha sonra mutlaka kalanların görüşleri ve değerlendirmelerini dikkate alırız. Beğendiğimiz 3-5 oteli farklı sitelerde aratır ve fiyatı en uygun olandan rezerve ederiz. Aman dikkat diyeceğim husus ise iptal koşulları; bazen çok sorun olabilir. Araç kiralama ve seçimi de benzer; eğer tren veya gemi daha uygun ve yakın hızlarda bizi ulaştıracaksa ilk seçimimiz odur. Araç seçecek isek de yolların araca uygunluğu (dar İtalyan sokaklarına göre geniş Amerikan yolları) yanımızdaki eşya ve bölgedeki hırsızlık oranı karar kriteri olur.<br />Oluşan bütçeyi aklımız kesiyorsa otel ve uçak organizasyonu mutlaka eşim tarafından yapılır. Tren, gemi veya araba rezervasyonları da benim görev alanım. Tabii bu nokta da gidilecek yerde tam ne yapılır kombinasyonu devreye girer; örneğin Güney İtalya’ya gidiyorsak olaya Roma’dan mı başlayalım, Napoli’den mi? Yol durumu ve mesafe tren ile mi daha kolay yoksa araba ile mi. Tek bir noktada kalmak m avantajlı yoksa yer değiştirmek mi? <br />Bu soruların cevap bulacağı günlük programa geçilmeden mutlaka görsel ve basılı bir rehber alırız; tercihimiz hep Eyewitness Travel Guides. Bence en iyi rehber kitap kesinlikle odur.Biraz koleksiyonculuk biraz merak gittiğiniz her yerde birde görsel rehber kitap alırız ki çektiğimiz fotoların anlatamayacağı anılar varsa destek alalım. Son hazırlığımız ise onlarca seyahat sonrasından hazırlanmış bir malzeme kontrol listesine göre eşya hazırlamak. Bu listelerde seyahate göre değişir örneğin tırmanış, iş gezisi, çocuklu veya kayak seyahati gibi<br />Tüm bu hazırlıklardan sonra tabii ki gezinin kendisi. Burada yapılan planlara göre her zaman değişiklik olur ama gene de bazı tipik davranışlar vardır örneğin varsa önceden web den yoksa otellerden indirim kuponu olan broşürleri almak ve kullanmak gibi. Geri kalan her şey bu kadar hazırlığın rahatlığı ile pürüzsüz akan ve keyif veren anlar. Bir çok geziden sonra anı paylaşımında şunu duyduğumu bilirim; “a orayı nasıl buldunuz, biz hiç duymadık” Tipk bir örnek Fransa’da herkes St Tropez’i bilir ama 9 km doğusundaki bir nevi küçük Venedik olan Port Giramud’u pas geçmiştir.<br />Yaklaşık 35 ülke ve 200’e yakın şehir gezimin getirdiği bu deneyim umarım meraklılara biraz feyz verir ve onlarında bizimle bu bloglar aracılığı ile paylaşımını sağlar.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-85244839807605368222009-06-26T23:41:00.001+03:002009-06-26T23:43:21.799+03:00Fransız RivieriasıChagall, Matisse, Renoir, Picasso, Alphonse Daudet, Emile Zola, Alexandre Dumas,Ernest Hemingway, Nostradamus, Napoleon, Coco Chanel gibi isimler belki bugünün şaşasından çok uzakta ama eminimki o zaman da beş duyuya hitap etmekte çok başarılı olan Cote D’azur ya da İtalya snırına yakınlaştıkça verilen isimle Fransız Riveriyasından ilham almış ünlülerden bazıları.<br />1720’lerde büyük veba salgını nedeni ile çok sayıda kişinin yaşamını yitirdiği bu yerler 19.yy da yumuşak iklimi nedeni ile gerek sanatçı gerekse kraliyet ve soylu aileler arasında popüler bir yaşam yeri haline gelmeye başlamış.1865 ‘te açılan Monte Carlo Casino’su ve biri biri adına yapılan villalar (mesela Cap Ferrat’taki Rotschild villası gibi) yeni bir dönemin başlangıcı olmuş.1920’lerde cannes ve Nice gibi şehirlerde turizmin artması, 1929’da ilk Mone Carlo Grand prix’i, savaş sonrası Cannes film festivali, su ve kış kayağının artan popülaritesi ve açılan yeni yerler ile Fransa’nın bu sahil kesmi bugün dünya turizminin odak noktalarından sayılabilir.<br />Az ya da çok Euro’nuz olması açısından her türlü seçeneğin olduğu bu güzelim kıyılarda biz de bir hafta hemde çocukla geçirmek üzere yola çıktık. Nice’ e THY ile gitmek hem zamanlama hemde rahatlık açısından çok kolay. <br />Cote D’azur’un en iyi gezme şekli bence ailesi olanlar için araba daha maceracı ruhlar içinse motorsiklet. Ama Haziran 3.haftayı geçirdinizse araç trafiği bir kabusa dönüşebilir aman dikkat. Araç seçiminde ise orta veya küçük boy araçları seçmeniz hem park kolaylığı hemde yolların darlığı açısından işinize gelebilir. Diğer önemli hususlar arasında kiraladığınız şirket bu imkanı sunuyorsa online check-in yaptırın yoksa inanılmaz kiralama kuyrukları var. Diğer bir konuda aracaın tüm sigortalarını yaptırın yoksa önemli bir rsiki üzerinizde taşımanız gerekiyor.<br /> Bu arada her şeyin en güzelini kiralayabileceğiniz bir mekanda olduğunuzu unutmayın. Apart hotel veya villa, lüks üstü açık bri araba, sürat teknesi veya yat her şey parası karşılığında emrinizde.<br />Bizim seçimimiz bölgenin gençlik ve orjinalen su kayağı merkezi olan Juan Les Pins ve otel olarak Mandara Beach resort oldu. Beach dediğine bakmayın, 400 metre yürüyorsunuz ama otel tek kelime ile ev gibi. Juan les Pins aslında bir kasaba ama diğer kasabalar ile birleşmiş olduğu için sınırları ayırt etmek zor. Nice ‘e 30 dk, Cannes’e ise 15 dk. Her yer faklı tarzlarda kumlu plajlarla dolu, plajlarda restoranlar olduğu gibi barlar sokağı diyebileceğimiz kısmında çok daha gzüel lezzetler ve barlar bulmak mümkün. Sahil yürüyüşü dışında keşif amaçlı yapabileceğiniz bir tur Visiobulle denen altı şeffaf camla donatılmış tekne turu. Yaklaşık 1 saat / 12 euro olan bu tur ile Milyarderler koyu denen yere gidip hem güzel evleri hemde sualtı yaşantısını görebiliyorsunuz. Scott Fitzgerald ve Ernest hemingway’in vakti ile daimi mekanı olan bu kasaba ayrıca temmuz aylarında Dünya Caz festivaline ev sahipliği yapıyor. Bu kasabadan 3-4 km uzakta Antibes var. Burası Napoleon’un uzun süre kaldığı Fort Carre kalesine ve yıllardır dünya sosyetesinin yatlarına evsahipliği yapıyor. Ayrıca Picasso müzeside önemli bir renk katıyor. Müzeninde bulunduğu şehrin surlar ile çevrili eski kısmında ise çok güzel restoran ve barlar var ve bence mutlaka gidilmesi gerekiyor. Yakınlardaki diğer önemli yerler arasında cam işçiliği ile ünlü Biot, deniz hayvanları şovları ile ünlü Marineland ( giriş 35 euro),biraz daha mesafeli olarak da çok güzel bir ortaçağ şehri olan St Paul de vence var.<br />Daha evvel Nice den bahsetmi ş olabilirim. 400.000 nüfusu olan bu şehir bölgenin odağı. Otoparkları ve taksi ulaşımı pahalı olan bu şehrin de önü tamamen sahil olup bence yürüyerek veya turist treni ile rahatlıkla gezilebilir. Massene meydanı, çiçek pazarı ve lokantalar sokağı, süper manzarası ve şelaleleri ile Kale, Matisse Müzesi önemli noktalar. Yemek için Quai de Etats-Unis den Massena meydanına kadar olan bölümü ya da Cours Saley denen kısmı tercih edebilirsiniz ayrıca liman tarafında lokantalar var. Gece eğlencesi için önemli yer Wayne’s Pub.<br />Nice den yola devam edersek karşımıza lüks villaları ile Cap Ferrat geliyor.Meşhur Rothschild villasının olduğu bu koyda enfes evler olduğu kesin. Çocuklar içinde sevimli ve büyük sayılabilecek bir hayvanat bahçesi var.<br />Virajlı yollarda devam edersek karşımıza Villefranche, Beaulieu, Eze gibi Fransızların göreceli turistlerden sakındıkları daha sakin kasabaları çıkıyor. Hepsinin bir sahil kısmı birde daha ortacağdan kalan iç kesimde bölümleri var. Burada Villa Kerylos da eski bir Yunan klasiği mimarı tarzı ile önemli bir durak olabilir.<br />Juan Les pins den direk olarak gidilse 60 km mesafede meşhur Monaco-Monte Carlo var. Şehrin devasa binaları ve limanı ile oturulam ksımı Monaco, casino ve otelleri ile lüksün yaşatıldığı yer ise Monte carlo denebilir. Trajik bir kaza ile biten yaşamına rağmen Grace kelly herhalde buranın meşhur olmasını sağlayan ana kişi. Araba yarışları özellikle F1 de buraya çok değer katmış. Boyuna baksan 800 metrelik bir bölüm gerçek Monaco. Kraliyet sarayı, Oşinografi Müzesi, La Condomina (havuz ve alışveriş merkezi),Gazino, Cafe De Paris, Lüks oteller ana görülecek yerler arasında.<br />Gene Juan les Pins’e dönersek bu sefer aslında the Var diye anılan batı bölüme doğru yola çıkabiliriz. En yakın yer Cannes;saat 18 civarı başlayan lüks yaşamin kalbi şehrİn La Croissette denen ve meşhur Carlton otelin civarından başlayıp La Castre denen kale/müze kısmına kadar olan sahilde atıyor. Anlatılmaz , yaşanılması gereken bir lüks hakim şehire. 1946’dan beri düzenlenen film festivali yaklaşık bir 100,000 kişiyi çekiyor şehre. Mütevazi bir Hamburger bile 17 Euro edebiliyor. Şehrin hemen 15 dk açığında Lerins adaları ve yakaşık 20 km kuzeyinde dünyanın parfüm üretim merkezi Grasse yer alıyor.<br />Cannes dan devam edersek trafikli yolumuz bizi Frejus (önemli bir ortaçağ kasabası ama hayvanat bahçesi ve lunaparkı da ünlü), St Raphael, plajı ile ünlü Ste Maxime kasabalarına götürüyor. Trafiği aşarsanız buranın bence iki incisinden biri olan Port Giramud’a geliyorsunuz. Burası bir çeşit Venedik. Bir yüzyıllık geçmişi var ama son elli senede bugunkü mimariye kavuşmuş. 7 km kanal, 2500 ve, 3000 tekne, deniz kısmı tamamen sahil, inanılmaz sempatik bir yer. Mutlaka elektrikli küçük tekneler veya resmi tur teknesi ile gezin derim.<br />Ve nihai durak St tropez;Quai Frederic Mistral yani ana limana gittiğinizde bu sempatik kasabaıyı (Porto fino , Marbella gibi) hemen hissetmeniz mümkün. Sokak Sanatçılarının biribirinden güzel resimleri, süper lüks teknelere nazır bar ve restoranları, şirin butikleri ile çok sıcak bir yer. Daracık bir ara sokak sizi Place des Lices’e bağlıyor ki burada bir dizi restoran ve oteller var. Plajlar kasabanın dışında mesela meşhur Tahiti beach. La Fontanette denen yerde inanılmaz kumlu ve manzaralı bir kumsal. <br />Peki gelelim bu seyahatin diğer öğretilerine; araç kullanırken azami dikkat, yayalara verilen önem yüksek, gördüğünüz yerde durum ama otobanda bizden farksızlar ona göre. Trafik çok onun için 20 km mesafeyi yarım saatten az alamazsanız şaşırmayın. Her bütçeye yemek var onun için sorun değil. Fransızlar için öğen yemeği uzun bir seronomi ama servis yavaş onun için aç oturmayın, geç kalmayın ve tadını çkarın. Öğlen yemeğinde rose şarap çok şaşırtıcı değil, deneyin.Kir, farklı house wine şaraplar, etler, Lavanta Balı, değişik peynirler, kaz ciğeri denenmesi gerekenler arasında. Ortalama yemekler normalde içki hariç kişi başı 25-30 euro civarı ama ucuz ve güzel olsun derseniz 4-5 euroluk devasa sandöviçler ne güne duruyor üstüne de bol çikolatalı krep.<br />İngilizce anlamaları ama konuşmamaları yaygın bir durum ama çoğunlukla bu yörede daha çok turist odaklılar. Yanınıza da mutlaka bozuk para taşıyın çünkü devamlı ihtiyacınız oluyor. Şehirler arası yollar paralı, kredi kartı, ödemeli kart ya da bozuk para ile geçiş mümkün. Nice havalimanından geri dönüyorsanız değişik peynir ve şaraplardan oluşan hediyelikler mümkün. Araç kiraladıysanız terminal 2 de bırakmanızı istiyorlar halbuki uçuşlar terminal 1’den. Arada shuttle çalışıyor ama eşya taşımak zahmetli. Hepinize güzel gezmeler.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-66462456246521620202008-10-09T08:07:00.000+03:002008-10-09T08:09:00.427+03:00Como & Italian RivieraSonbahar başlangıcında genellikle güzel havada, muhteşem doğa manzarasını içeren, güzel yemekler yenebilecek ve rahat bir seyahat dedin mi İtalya en iyi seçenektir herhalde Türk insanı için.Bu görüşten yola çıkarak hedefimizi Kuzey Batı İtalya olarak seçtik. Hedef Milano havalimanından direk bir araba kiralamak ve göller bölgesi ile Riviera’nın bir kısmını gezmek. Bu açıdan Milano strateji bir konumda , yaklaşık 2 saatlik bir uçuş sonrası 7-8 farklı şirketten çeşitli modellerde araç kiralama imkanı ve direk otobanlara bağlanma şansınız var. <br />Gideceğimiz yolların darlığı ve dizel yakıt seçeneği olması açısından biz GPS sistemi dahil bir VW Golf 1.9 kiraladık ve yaklaşık 63 Euro yakıt tüketerek 750 km den fazla yol gittik. <br />İlk seçeneğimiz Göller Bölgesi idi.Burada iki seçenek var; biri daha az bilinen ama üzerinde hoş adaları olan Maggiore ya da çok daha ünlü kardeşi Como. Bizim seçenek Como gölü ve kalmak içinde gölün ortasında olan Menaggio kasabası idi. Como gölü aslında İtalya’nın 3.büyük gölü ama 146 km^2 genişliğinde. Yapısı iki bacaklı bir vücud gibi. A7 otobanından 45-60 dk arası gittiniz mi gölün girişinde aynı isimli kasaba olan Como’ya geliyorsunuz. Biraz daha endüstriyel alanları geçince karşınıza sahil ve kasabanın eski bölümler geliyor.Yaklaşık 80,000 kişinin yaşadığı kasabanın katedarli gerçekten çok güzel. Bunun dışında kasabanın 2 ünlü villası batıda Olmo ve doğudaki Geno. Kasaba ayrıca ünlü A. Volta yani pilin mucidinin doğum yeri onun adına bir müze ve 1000 metre yüksekte bir fener var.Buraya yani Brunate denen noktaya 45 derece açı ile tırmanan hoş bir tramvay var. Kasaba da diğer ilgi çekici imkan ise deniz uçağı ile göl turları yapılabilmesi.<br />Toplamda gölün batı sahili daha yerleşilmiş bir yer. Bir çok kasaba birbirine deniz ve kara yolları ile bağlı. Bir çok farklı deniz aracı size gezme imkanı tanıyor zaten trafikte inanılmaz darlaşan yollardan gitmek bazen zor olabiliyor. Bu arada italyanların nasıl motorsiklet yarışçıları yetiştirdiğini orada anlıyorsunuz. Daracık virajları inanılmaz hızlarla dönen bir çok yarış tutkunu var.<br />Sahilde sırası ile Cernobbio, Argegno, Lenno, Tremezzo, Menaggio, Pianello, Musso ve aralarında ufak tefek kasabalar yer alıyor. Gölün karşı kıyısında öenmli yerler Belaggio, Varenna, Lecco.<br />Kesinlikle görülmesi gereken yerler Cernobbio ve gölün en pahalı oteli Villa D’este, Tremezzo, Menaggio, Belaggio , Varenna olarak sıralanabilir. Peki gözümüzde nasıl bir yer canlanmalı. Tasvir etmek bayağı yazarlık ister ama aslında sanki Boğaziçi gibi bir yer düşünün, daha az yerleşim var ama yalılar orada da heybetli. Yemyeşil ve arkasında neredeyse 2000 metreye varan dağlar var. Duru, sakin bir su ve havanın durumuna göre inanılmaz ışık oyunları ile nefis manzaralar seyrediyorsunuz.Temiz bir su, yelken, kayak, kürek her şeyi yapmak mümkün. İsterseniz tepelerdeki güzel restoranlara gidin ve manzaraya birde tepeden bakın. Yani kısaca muhteşem bir yer.<br />Eğer italyan plakalı bir aracınız varsa vizeyi falan düşünmeden Lugana gölüne devam edin. Büyük bir ihtimalle kimse sizi durdurmayacak sınırda. Daha sessiz e az yerleşimli ama daha zengin olduğunu hissetiren bir yer Lugano. Sadece saat satan sokaklar var, çeşit çeşit ama ucuz değil tabii. Aslında İsviçre’de hiç bir şey ucuz değil ama gene de bir farklılığı var. Eğer çocuklu gittiyseniz hemen şehir dışında Melide’de bizim MiniaTurk’un bir gelişmiş versiyonu Swissminiatur var.Ya da biraz daha vizesiz giderim derseniz Caslano’da Çikolata Fabrikası Müzesini gezebilirsiniz.<br />Biz bu yöreden sonra kendimize Riviera rotasını seçtik. Arada önemli bir durak ise Serravalle designer outlet’i oldu. Buraya kadar otoban ile rahatça geliyorsunuz. Bizdeki gibi hız sınırını pek takan yok zaten arkanıza bir Ferrari takıldığında yapmaya çalıştığınız hemen sağa kaçmak. Bu arada bu otobanlar çok ucuz değiller; böyle bir rota en azından 10 Euro tutuyor. Bu outletin özelliği İtalya’nın ve aynı zamanda Avrupa’nın en büyüğü olması. 180 mağaza var ama ABD versiyonlarına göre fiyatlar açısından çok ehven değil. Vittin fiyatlarından yüzde 20-50 düşük ama ciddi markalarda çok fark yakayalamıyorsunuz.<br />Sonraki durak çirkin ama tarih boyunca önemli bir liman kenti olan Genova. Otobanın bu kısmında italyan araba yarışçıları devreye giriyor. İnanılmaz virajlı bir 30 dakikalık yarış pisti denebilir buraya.Bu şekilde ulaşılan şehirde iki enteresan yer var biri Porto antico denen liman kısmı ve özellikle Avrupa’nın en güzel akvaryumlarından biri olan Cenova Akvaryum’u ile biraz daha şehir içine yürüdüğünüzde ulaşacağınız Ferrara meydanı. Bu şehir bence kaçak veya sahte mal almak içinde ilginç bir yer ama içinde kalmaya değmez.<br />Bu şehirden kaçmak isteğinizde iki seçeneğiz var. Batıya Riviera De Ponente veya doğuya doğru Riviera De Levante. Biz doğuyu seçtik. Bizim kalmak için seçtğimiz yer sevimli balıkçı kasabası Camogli.Yaklaşık 30 dakika ve çoğunlukla tünellerden geçerek ulaşılan bu küçük kasabanın sahili belki 500-600 metre ama görüntüsü muhteşem. Daha büyük boy yerde kalmak isteyenler için Rapollo ve Santa Margeherita De Linguire seçenekleri var.Daha ileri gittiğinizde ise La spezia ve gene efsanevi 5 köy yani Cinque terre rotası var. Bu yöredeki mutlaka uğramanız gereken yer ise 199 yydan beri sosyetenin uğrak yeri olan Portofino. Yazın muhtemelen araç ile gitmenin mümkün olmadığı bu balıkçı köyü, limanda demirlemiş milyonlarca Eurolik yatlari, pahalı restoranları ve tepelerindeki villardan göreceğinz muhteşem manzarası ile meşhur şarkıyı haklı çıkartıyor.<br />İtalya’nın bu kısmında daha keşfedilecek yer çok var denebilir. Gönül isterki bir 500-600 km daha yapalım ve bir çok başka güzelliği keşfedelim. Bu turda yaklaşık 750 km yapmak için GPS li ve çocuk koltuklu orta sınıf bir araç yakıt, sigorta, otoban, otopark dahil 550 Euro civarı tutuyor. Dezavantajı iyi otelleri n ortalamada çok pahalı olması.<br />Havalimanına geri dönmeden evvel de Milano’da zaman geçirmek mümkün. Aslında genelde şehrin Duomo’nun da olduğu eski bölümünün revaçta olduğu kesin. Hem alışveriş açısından hemde yemek-içmek açısından öenmli bir çok cadde burada.Ama vakit varsa Milan’ın denizi denen Idroscalo gölü,Navigli denen Venedik misali kanal bölgesi ve hatta Ferrari, Ducati müzeleri ile Monza yarış pisti de ilginizi çekebilir. Son olarak Milano’nun havalimanları şehire oldukça uzak 40-60 dk arası sürüyor. Alışverişten bahsetmeye gerek yok ama bu yöre şarapları, peynirleri ile de gerçek bir gurme yöresi diyebiliriz.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-33230381072158062692008-08-25T12:12:00.000+03:002008-08-25T12:14:29.343+03:00MinskBazen iş yaşamı da insanı akla gelmeyecek şehirler ile tanıştırıyor. Bunlardan biri de Minsk yani Belarus’un başkenti. Yaklaşık 2,5 saatlik yolculuk ile ulaşılan bu şehir aslında ideal bir turizm rotası olmaya henüz hazır değil ama bir iş şehri olmaya doğru hızla ilerliyor. Belarus aslında tam demokratik bir ülke olmadığı için tanıtımı da çok yapılmıyor. Yaklaşık 10 milyonluk bu ülke aslında savunma açısından şansız bir şekilde Moskova yolu üzerinde bulunduğu için tarih boyunca işgal görmüş ve devamlı ı altyapısı hasara uğramış bir ülke. En yüksek yerinin 150 metre olduğu bir yerde savunma zorken tabii i ticaret de bir o kadar kolay ve gelişmiş.Bir başka özelliği de eski SSCB zamanında savunma sanayinin özellikle elektronik alanında ve nükleer üretimde seçilmiş bir bölge olması. Bu da ülkenin özellikle mühendislikte gelişmesini sağlamış.<br />Minsk aslında 1000 yıllık tarihe sahip yan oldukça genç bir şehir ve 2.dünya savaşında tamamen hasara uğradığı için gösterişli bir şekilde baştan başa yenilenmiş ve sadece yüzde onu yabancı 2 milyon kişiye ev sahipliği yapıyor.<br />Bence altyapı ve doğal güzellik açısından süper bir şehir. Yazları kısa sürmesine ve yaklaşık 10 ay yağış almasından dolayı ovalar, ormanlar, göller ve hatta Avrupa’nın en büyük bataklıkları ile çevrilmiş, zaman zaman 4 şeritli ama her zaman geniş yol ağına sahip bir başkent.<br />Toplam 15 km civarı yürürseniz şehrin tüm önem yerlerini görmüş olursunuz. Başlangıç noktasını devasa tren istasyonu alırsanız Pryvazkzalnaya caddesi üzerinde sizi “Şehrin kapıları” denen yapı karşılıyor. Aslında burası Vilnya meydanı ve zamanında SSCB ile ilk tanıştınız yer olduğu için biraz devasa bir yapı inşa edilmiş. Buradan sola döndüğünüzde en önemli meydan olan Bağımsızlık (Nezalezhnasti)meydanı sizi karşılıyor. Yaklaşık 7 hektar olduğu belirtilen alanın altına çok katlı bir alışveriş merkezi yapılmış. Ayrıca Gvernment House denen dev kompleks, 7-8 metrelik Lenin Heykeli, St Simeon ve St. Helen Kilisesi meydanın önemli yerleri. Buradan başlayan 11 km ve zaman zaman 80 metre genişliğindeki Bağımsızl Caddesi şehrin en önemli yerlerinden. Bu arada Minsk’de devrin önemli isimlerine göre cadde ve meydan isimleri sıkça değişiyormuş. Dolayısı ile aynı cadde daha evvel Stalin ve Lenin caddesi olarak bilinirmiş.<br />Bu cadde üzerinden değişik binalar ilgi çekici ama genelde en önemlilerinden biri KGB binası. Hemen yanında ise İç İşleri Bakanlığı binası var.Bu arada Belarus kökenli Felix Dzerhinsky de KGB nin bir kolunun kurucusu ve devrin önemli adamlarından olduğu için onundan görülebilen bir heykeli var. Devam edersek meşhur devlet mağazası GUM geliyor. Yaklaşık 60 sene evvel açıldığında alışveriş oranı o kadar yüksekmiş ki paralar çuvallara konup kasaları yanında tutulurmuş. Şimdi ki görüntü tabii bundan çok uzak. Bu arada güvenlik açısından bu şehirde hiç çekinmeyin, kolay kolay olay çıkamayacağı kadar çok devlet ve polis kontrolünde hatta izlendiğinizi anlamıyorsunuz ama temelde sizinle ilgili tüm kayıtların takip edildiğine emn olun. Bu arada tabii rüşvet burada da zaman zaman gerekli ama dikkatli olmak lazım çünkü yabancılara hele Rusça bilmeyenlere pek güvenmiyorlar. Bu şehirde güvenli olmayan konular arasında taksi pazarlıkları ve eğer kalabalık gittiyseniz yemek ya da barlarda çaktırmadan hesaba eklenen maddeler yer alıyor. Genelde kısa bir bağrış çağrı sonucu gereken düzeltmeler yapılıyor.<br />GUM dan sonra fast food ağırlıklı ve gençlerin tercih ettiği bir bölüm var. Devamından Ekim Meydanı denen (Kastrychnitskaya) alandan bulunan bir taş Belarustaki tüm yolların başlangıç noktası kabul ediliyor.Burada aynı zamanda Cumhuriyet sarayı denen 4000 kişiyi ağırlayacak kapasitede bir kompleks var. Şehrin diğer ilginç yeri Nyamiga denen biraz daha modern ve dev bir alışveriş merkezinin olduğu yer.<br />Şehrin eğlence merkezi diyebileceğimiz yer Pobeditelei caddesi ve Traetskaye mahallesi ama eğlence derken gözünüzde çok şey canlanması, bir iki gazino, müzik veya gece kulübüa, bir spor kompleksi ve içindeki bar , çevrede mütevazı bir kaç bar daha temelde ana eğlence yerleri. Burada gençler arasından arabalarının yanından ellerinde bira ile oturup sohbet etme alışkanlığı daha yaygın. Bölge görüntü olarak bence şehrin en güze yeri.Nehir kıyısında manzaralı evler ve park ile oluşmuş bir kompleks. Ev kiraları 2 odalı bir yer için aylık Usd 1,200-1,500 mertebesinde.<br />Bu alanda yer alan Isle of Tears denen küçük adada vatanı dışında ölen askerler için yapılmış bir anıt var. Daha ilginci yöre evlenenlerin adak adadığı bir yer tabii kendi kültürlerine uygun. Hemen adanın karşısındaki nikah salonundan evlenen çiftler buraya gelip demir parmaklıklara bir asma kilit takıyorlar. Bunun dışında tekne gezileri de yaygın bir yaz eğlencesi. Gene burada bir adak geleneği var, köprünün altından geçerken dilek tutarsan gerçekleşeceğine inanılıyormuş.<br />Şehrin son önemli merkezi de Zafer Meydanı (Peramoga )Bu çevrenin tarihte önemli konukları olmuş,mesela Lee harvey Oswald. Oswald 3 sene burada yaşayıp evlendikten sonra ABD ye dönüp 1963 te Kennedy suikastı zanlısı olarak tutuklanmıştı. Tabii böyle birinin soğuk savaş devrinde Rusya’da yaşayıp gelmiş olması şüphe uyandırıcı olmuş ki ilişkiler çok gerilmiş. Tabi R uslar adamın tüm 3 senesinin konuşmaları dahil kayıtlarını Amerikalılara teslim edene kadar. Bu cadde evler 250,00-500,000 USD arasında el değiştirmeye başlamış durumda. Genel olarak inanılmaz araziler olmasına rağmen altyapı yetersizliğinden dolayı şehirleşme belirli noktalarda olduğu için inşaat ve arazi fiyatları bizdeki gibi devamlı artmakta ve hatta resmi maaşlar kıyasladığımızda alınması imkansız yakın. Ama burada da tezgah altı piyasaları ve gri ekonomi oldukça yaygın, bu da para aklanması için gayrimenkul yatırımını mecbur kılıyor.<br />Bunun dışından çok sayıda park, kapalı sirk binalar ve müzelerde şehrin diğer güzellikleri arasında. Ulaşım olanağı çok ve ucuz bu açıdan her yere gitmek oldukça kolay.<br />Minsk’de İtalyan restoranları çok yaygın ve oldukça başarılı. Falcone, Belle rosa, Parmigianni, Fontane bunlardan sadece bir kaçı. Normal bir yemek 7-10 usd iken bu lokantalarda adama başı USD 50 e üstünü göze almanız lazım. Şehir genelde istanbul fiyatları civarında bir yaşam sunuyor. En önemli sorun İngilizcenin hiç ya da çok az konuşulması, bu açıdan bir tanıdık yoksa bir pratik Rusça sözlük hayat kurtarıcı. Bunun dışında eğitim ülkede çok ucuz e yaygın dolayısı ile konuştuğunuz herhangi bir çalışan 2-3 farklı üniversite eğitimi almış olabiliyor. Spor çok yaygın, hatta Başkan seviyor diye suni kardan yapılmış kayak merkezleri var. Bağlantı yoları süper, şehirler arası gezmek kolay. Çoğunlukla ortaçağdan kalmış çok sayıda eser var şehir merkezi dışında. Kışın tahmin edeceğiniz gibi soğuk ama Ukrayna gibi dondurucu değilmiş. Kısacası önümüzdeki yıllarda iş veya gezi için tercih edeceğiniz bir rota olacağı kesin özellikle AB ile ilişkileri biraz daha geliştirebilirlerse.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-35929682720292730242008-07-29T09:32:00.000+03:002008-07-29T09:36:04.079+03:00SICAK YAZIN HEYECANLI ROTASI ROMA & AMALFİ SAHİLİBu yazımın ve de seyahatin bir özelliği var; o da ilk defa 14 aylık kızımla geziye gitmiş olmam. Bu sebeple bundan sonra yazılarımda bir de çocuklara ilişkin bölüm koyacağım çünkü ilk denememde gördüm ki iki gezi şekli bayağı değişiyor.<br />Temmuz ayı Roma için çok da uygun bir zaman değil, genel de kuru ve 30 derece civarında seyreden bir hava var. Özellikle saat 10-17.00 arası sıcaklık dayanılmaz denebilir sonrasında başlayan rüzgâr ise şehre hayat veriyor. İtalya deyince ne bekleyeceğinizi tahmin ediyorsunuzdur ama Roma deyince gözünüzde Doğu Roma’nın mirasçısı İstanbul gibi bir şehir gelmesin. Yaklaşık 20 kilometre kare olan şehir merkezi tamamen eski binalar, inişli çıkışlı ve genelde parke taşlı yollar, değişik noktalarda klasik Roma veya antik çağlardan kalma anıtlarla süslü ve ellerinde haritalı turistlerce işgal edilmiş bir yer.<br />İdeal şehir turu sınırları Kuzey doğu da Republica meydanından aşağıda doğru giden Via Nazionale veya Termini istasyonundan bağlanan Via Cavourdan başlayabilir. Her iki yolda temelde sizi tarihe alana yani Via Dei Fori İmperiale caddesine bağlar. Burada Collessum ve Roma Forası kalıntıları hakikaten çok ilgi çekici. Collesseum gezisi düşünenler eğer tedbirli olmazlarsa çok ciddi bir sıra ile karşılaşacaklarını unutmasınlar. Bahsedilen caddeyi Piazza Venezia tarafına doğru yürürseniz iki seçeneğiniz olur; biri Corso Vittorio Emmanuele II caddesinden Teber nehrinin öbür kıyısına yani Vatikan’a doğru devam etmek ya da ünlü alışveriş caddesi Via Del Corso ile Kuzeye Piazza del Popolo’ya yürümek. Her iki seçenek de kısa sokak turları ile muhteşem Pantheon tapınağına veya ünlü Navona meydanına gidebilirsiniz. Corso üzerinde kalırsanız bence Roma’nın en muhteşem eseri Fontana Dı Trevi yanı aşk çeşmesi ve çevresine ulaşmanız daha kolay olur. Gene yürümeye devam ederseniz İspanyol Merdivenleri ve hareketli Piazza Spagna ya ulaşabilirsiniz. Bu bahsi geçen tüm güzergâh yürünebilir ama alternatif olarak scooter veya bisiklet kiralama, turist otobüsleri veya normal otobüsler de kullanılabilir. Araba kiralamak en uygunsuz hareket çünkü park yeri olmadığı gibi en azından arabanıza sürtülmesine engel olmanız mümkün değil. İtalyanların araba kullanış şeklide bizim için bile zor bir durum.<br />Biz gitmedik ama Collesseumdan biraz daha güneye indiğinizde yerin altına yaklaşık 20 metre inip eski Roma katmanlarını görebileceğiniz San Clemente kilisesi de bir seçenek olabilir. Eski yapılardan biraz daha yeniye gitmek isterseniz Trastevere yöresi özelikle restoranları ile canlı bir bölge ama otel seçenekleri daha az.<br />Bu antik şehrin bir de ilginç vahaları var bunlardan biri Villa Borghese, 1700 dönümlük bir alanda yeşil doğa sunan bu yerde ayrıca makul büyüklükte ve çeşitlilikte bir hayvanat bahçesi var.En azından benim kızım için çok eğlenceli saatler oldu.<br />Roma’da yemek konusunda inanılmaz güzel yerler ve menüler bulabilirsiniz ayrıca bir sürü dondurmacıyı ve Cafe’yi saymama gerek yok. Akşam yemeğine İtalyanlar geç başladığı için birçok yere de erken gidip rezervasyonsuz yemek yenebiliyor. Öğlen genelde hafif geçiştirilen bir öğün keza sabah kahvaltısı da İtalya’da çok çeşitli değil.<br />Gelelim çocuklu gidenlere öğütlere; bir mutlaka hafif bir çocuk arabası sahibi olun ve rahat giyinin ve güneşe karşı tedbirli olun. İçme suyu sorunsuz ama çeşitleri tatları açısından çok fark ettiriyor ve turistik mekânların yanından alırsanız inanılmaz pahalı. Çocuk mamaları çok çeşitli değil gene büyük eczanelerde daha çok çeşit bulunuyor. Ayrıca çocukları seviyorlar ama çocuklu ailelere kolaylık sağladıkları genelde pek söylenemez.<br />Fiyatlar aslında birim olarak İstanbul ile aynı ama Euro olması fiyatları 2 kat daha pahalı yapıyor. Yani mesela aynı yemek ya da ulaşım iki şehirde de 20. Hesabınızı buna göre yapabilirsiniz.<br />Sıcak Roma’yı geriye bıraktığınızda araba veya tren ile ( en hızlısı 1 saat 25 dk sürüyor ve arabadan daha hızlı) Napoli şehrine geçebiliyorsunuz. Napoli benim hayatımda gördüğüm en anlamsız şehirlerden biri, korkunç bir trafik ve kaba yaklaşımlı ve konuşkan insanlar dolu ve çok da çekici olmayan bir yer. İlle de gezeceğim derseniz Castel dell’Ovo ve Chiaia bölgesi enteresan. Burası aslında adalara yani Capri, Ischia ve Procida’ya gitmek için bir üs. Mergellina veya Beverello dan kalkan çeşit çeşit deniz aracı sizi bu adalara ulaştırabilir. Bunlardan ünü olanı tabii Capri; tekneler sizi Marina Grande’ye ulaştırıyor oradan ada da çeşitli animasyonlar yapılabiliyor ama en ünlüleri deniz mağaraları veya teleferik ile tepeden ada gezintisi denebilir. Meşhur mağarası Grotta Azzuro ve denizden yükselen kayalıklar Faraglioni tipik turistik noktalar. Diğer ada Ischia ise daha çok bir termal / spa ada denebilir. Biz seçimimizi Ayşe Armanın yazısında gördüğümüz Procida adasından yana kullandık. Burası aslında Bozcaada tadında bir yer. Daha düz olan bu adada birçok doğa güzelliği ve nefis yemek var. Ancak tüm adalardan geriye dönüşler 20.00 civarı bitiyor ve iyi restoranlar genelde 19.00 ve sonrasında açıyorlar onun için hızlı bir gurme öğünü yapıp gemilere yetişmek lazım.<br />Rotamızın asıl hedefi ise efsanevi hale gelen Positano. Otobüs ve tekne ulaşımı çok kullanışlı olmakla beraber araba kiralamaya karar verirseniz kesinlikle küçük bir araba kiralayın, bu kadar dar ve virajlı yollarda daha fazlası gerekmiyor. Datça veya Turnç yoluna virajlı diyorsanız bir de burayı görün.Napoli’den otobana bağlandıktan sonra arada önemli iki durak çocuklarla yapılması zor olan Pompei ve Vezüv. Son 70 senedir püskürmesi duran Vezüv’de kratere kadar yakınlaşan bir araç yolu var. Pompei ise 2-4 saat arası gezilecek kadar devasa bir alan. Daha sonra karşınıza ilk Sorrento geliyor. Burası diğer sahil yerleşimlerine göre büyük, ulaşım, konaklama ve gece hayatı açısından zengin bir şehir. Denizden geldiğinizde tüm şehir Antalya falezlerine benzeyen bir yapı üzerine oturmuş durumda. Denize girilecek yerle bizim balıkçı barınaklarını koruyan taşlara benzeyen sığınakların arkasında hali ile de çok güzel değil.Sorrento dan deniz tarafına gittiğinizde sırası ile Positano, Praiano, Conca Dei Marini, Amalfi, Atrani, Ravello, Minori, Maiori, Vietri ve en son tekrar otobana çıkabileceğiniz Salerno geliyor. Bunlardan en büyüğü Amalfi, büyük limanı, meşhur katedrali, kâğıt üretim müzesi, Amalfi Denizcilik yazıtları ile ünlü şehir aynı zamanda turizme ilk açılan yerlerden.<br />Tüm bu kasabalar kayalıkların üzerinde dağlara doğru uzanan yollar üzerinde kurulmuş yapılar ve dik merdivenler ile inilen sahildeki bir plaj ile karakterize edilebilir.<br />Positano da benzer tarife uymakla beraber muhteşem manzaraları, 3 farklı plajı ve güzel otelleri ile küçük bir sayfiye kasabası. Açıklarında milyonlarca Euro değerinde yatların ve dar yollarında Ferrarilerin dolaştığı bu şirin kasaba da fiyatlar açıkçası biraz pahalı. Ama gerek otellerin manzarası gerek denizi gerek çevreye yapacağınız geziler ve çok güzel lokantaları ile buna kesinlikle değen bir romantik yer. İnsanın hiç ayrılası gelmiyor.<br />Burada otel seçerken dikkatli olmak lazım, tüm oteller manzaralı gözükmekler beraber daha iyi manzaralılar, otopark hizmeti veren ve kolay ulaşılabilen ve yenilenmiş odaları olanları tercih etmeye çalışmak lazım. Turizme alışkın bir yer dolayısı ile hizmet kalitesi de yüksek. Tüm bu güzellikler tabii filmlere de konu oluyor mesela “Talented Mr. Ripley” gibi. Dolayısı ile burayı Sicilya’daki Taormina ile birlikte İtalya’nın en güzel sahil kasabaları( en azından benim gördüğüm 15 tane arasından)olarak öneririm. Burası da çocukla gidilmesi için oldukça zorlu bir yer; denize genelde merdivenler ile ulaşıyorsunuz ve sayısı da hiç az değil. Ama bağlamak gerekirse nefis bir balayı, yaz tatili veya romantizm seyahati için ideal yerler denebilir.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-72607264641204927412008-05-28T07:29:00.000+03:002008-05-28T07:30:55.668+03:00“Carioca’ların Şehri” Rio de janeiroÇocukken En sevdiğim çizgi romanlardan biri “Mister No” idi. Huysuz bir Amerikalı pilotun Amazonlar yakında özellikle Manaus civarında geçen maceralarını anlatırdı. Benim için Brezilya öncelikle bu romanda gördüklerim yani yerliler, nehirler, ormanlar, hayvanlar, beyaz ve siyah insanlardı. Daha ilerleyen yaşlarda Brezilya’lı Futbolcular, Dünya Kupası ve Karnaval Brezilya resmini tamamladı. Perküsyona merak sardığımda Afrika ve Latin ritimleri farkı ve Latin Müziği ile resim daha gelişti. 1990’lardan sonra iş hayatında iken Brezilya ekonomisi de hali ile devamlı Türkiye ile karşılaştırıldığından buraya gitmek için çok istekliydim. Velhasıl dünyanın bu 5. büyük ülkesini ve onun bir zamanlar Başkenti olan efsanevi şehri Rio’yu bir Turkcell TSAG-Hey travel organizasyonu ile gezmek kısmet oldu.<br />Rio insanı ilk etapta büyüleyen bir şehir değil ama kaldıkça rahat havasını, hayata farklı gözlerle bakılabileceğini hissettiren bir yer. Sonuçta 188 milyonluk ülkenin en büyük şehir değilse de 6 milyon nüfusu ile küçük bir şehir değil. Karşılaştırma Türk gezgininin ruhunda vardır; burası temelde İzmir’e benzetilebilir tabii kilometrelerce süren plajlar hariç.<br /><br />1500’lerde Portekizli’ler tarafından keşfedilen Brezilya tam bir mozaik. Yaklaşık 18 saati yolda geçirip 6 saat de geri aldınız mı 20 milyon çok zengin, 10 milyonu çok fakir, her türlü din ve ırkın bir şekilde temsil edildiği topraklara ulaşıyorsunuz. Kullanılan dil aslında Brezilya Portekizcesi dolayısı ile öğrenmesi öyle kolay değil, ama yardımsever bir halk olunca ingilizce bilmemeleri anlaşmakta sorun olmuyor. Vücut dili çok canlı özellikle başparmak havaya kaldırılarak “tamam” anlamına gelen hareketi sıkça yapabiirsiniz. Bu arada bizim el hareketi dediğimiz hareket orada iyi şans anlamına geliyor.<br /><br />Eğlence düşkünü Cariocas (yerel halka verilen ad)ların şehir Rio inanılmaz şanslı bir doğa yapısına sahip. Kuru ve ıslak mevsimin olup kışın yaşanmadığı şehir sadece sahilleri değil parkları, gölleri ve dağları ile de süper güzel gözükmekte.<br />Carioca kültürünün önemli özelliği plajlar, spor ama özellikle futbol, müzik, barbekü . Sabah saatlerinden itibaren sahil boyunca her türlü spor (koşu, yürüyüş, futbol, plaj voleybolu, ayak tenisi, vücut geliştirme, dövüş sanatları, sörf...) her yaşta insan tarafından icra edimekte ve fizikler dikkat çekece kadar sağlıklı. Sahil boyunca çok sayıda futbol ve voleybol sahası var. Ayrıca çok sayıda seyyar satıcıdan her türlü ürünü tedarik edebilirsiniz, her 50 metrede bir de başta bira ve yeşil bir hindistan cevizi suyu olmak üzere çeşitli içecekler ve gene seyyar satıcılardan yiyecek mesela şişe takılıp hazırlanmış karides yiyebilirsiniz. Plaj derken tabii öncelikle daha fazla turistik olan yaklaşık 5 km lik Copacabana, onu takip eden ve gittikçe daha lokalleşen ama daha zengin semtlerin önünde yer alan Arpodar, İpanema, Lebnon, Sao Conrado ve yaklaşık 25 km ileride Barra De Tıjuca. Deniz genelde sabah saatleri dışında dalgalı hatta bazen ciddi güçte dalgalı dolayısı ile okyanus tipi yüzmeyi yani dalganın altından geçip arkasında kalmayı bilmiyorsunuz girmemeniz daha iyi olur.<br />Şehirde gezilecek yerler neresi derseniz aslında çok kolay denebilir. Teleferikle çıkılan dev granit tepe Sugar Loaf, Corcavado ve Aziz isa heykeli (ki tramway ile veya helikopter turu ile farklı açılardan görebilirsiniz), Jardım de Botanica bahçeleri, Sambodrom ki aslında boşken biraz hayal kırılığı yaratıyor, Maya piramitleri gibi olan Katedral ana görülecek yerler. Bunun dışında hemen Park Arpodardan başlayan sahil şeridin iki paraleli yani Visconde de Piraja caddesi Teşvikiye misali bir cadde özellikle lebnon’a yaklaştıkça. Ayrıca iyi lokantalarda bu yörelerde.<br />Şehirde başka ne yaparsınız eğer adrenalin meraklısı iseniz Sao Conrado plajına doğru yapacağınız para sailing veya delta uçusu inanılmaz olur. Futbol meraklısı iseniz ve sezonda iseniz mutlaka bir Fluminense veya Flamengo maçına gitmek için hedef 100,000 kişilik Maracana. Hiç yabancılık çekmezsiniz. Türk olduğunuzu söyleyin Zico’dan girip Alex’ten çıkıp dost olmanız işten bile değil. Tabii maçın çok fanatikçe seyredilmesi gerekeceğini tahmin edersiniz...<br />Peki Samba, Bossa Nova veya diğer Brezilya müzikleri. Belki mevsimsellikde vardır ama açıkcası sokakta yoğun bir müzik ve ritim duyacağınızı söyleyemem. Samba okullarının renkli yarışı Rio Karnavali dışında samba’yı sadece canlı müzik yapan gece kulübü veya folklorik gösteri olan Platoforma’da buluyorsunuz. Ama eğer bir sokak grubu yakaladıysanız bilmeniz gereken tek eser ünlü Brasil şarkısı, sözü önemli değil siz başlatın onlar devam ediyorlar. Gene müzikle ilişkili ama çok nefis bir dövüş sanatı olan Capoeira da iyi icra edildiği zaman çok heyecanla seyredilen bir olay.<br />Rio özellikle pahalı bir şehir. Real yani Brezilya parası su gibi akıyor. 1 real 1,57-1,66 civarında ama meyva suyu bile en az 1 USD, yemek ise ortalama 20 realden başlıyor. İçecek işi kolay meyva suyu, çeşit çeşit bira özellikle lokal markalar,şarap,ve asıl maddesi Cachaca olan Caipirinha yani bir anlamda Brezilya usulü Mojito en yaygın bulacaklarınız. Yemek Riolular için öncelikle et ve en güzel etleri Chrurascaria larda yiyiyorsunuz. Bu arada Kızılkaya hamburgeri tadını sevenler için Lebnon’da Polis Sucos’u tavsiye ederim.”Por Kilo” denen bir açık büfe var burada tabağınızı dolduruyorsunuz ve ağırlığına göre ödeme yapıyorsunuz. Deniz ürünleri de güzel ama yaygın değil ve çok da ucuz sayılmaz. Bu arada Salgados ismi verilen ve aynen bizim içli köfteye benzeyen hamur işi de çok yaygın ve güzel.Feiojoda yani et ve siyah fasulye karışımı eski bir köle yemeğinden devşirme yemek denebilir. Bu arada uzakdoğu ve italyan yemekleri de şaşırtacak kadar güzel hazırlanıyor ama ilginçtir makarna pahalı satılıyor yani 20 USD karşılığı makarna yemek biraz lüks oluyor. İlginç bir başka durum da ülke bir kahve üreticisi olmasına rağmen kahve çok yaygın değil daha çok espresso şeklinde koyu bir kıvamda içiliyor.<br />Şehirde gece hayatı İstanbul kadar hareketli gözükmüyor, tavsiye edilen bölgeler Lapa ve İpenema Rio aynı zamanda çok sayıda sineması ile de ünlü. Alışveriş açısından Rio Sul ve Barra Shopping Center yüzlerce dükkandan oluşan merkezler. Tabii en kolay alınan ürünler terlikler, şortlar, Brezilya formaları, el sanatları ürünleri ama bikini daha doğrusu tangalar değil . Brezilya vücut yapısı kesinlikle bizim yapımızla uyuşmuyor. Diğer ilginç bir alım konusu mücevher özellikle meraklısına Brezilya oldukça uygun olanaklar sunuyor .<br />Şehirden sıkıldınız ve denizin daha durgun olduğu yerleri görmek istiyorsunuz, rotanız Costa Do Sul yan şehrin doğusu. Burada çok sayıda ilginç plaj şehri, ünlü dalış kasabası cabo frio ve bir anlamda Bodrum’a çok benzeyen ve bizim gittiğimiz Buzios sayılabilir.<br />Peki Rio güvenli bir yer mi? Aslında eskiye göre evet ama halen dikkatli olmakta yarar var. Bu noktada Brezilya’nın diğer gerçeği favela yani diklemesine dağ tepelerinde yükselen ve sayısı Brezilya’da 700 civarında olan devasa gecekondu bölgeleri akla geliyor. Bize verilen bilgi Rio da iki büyük Uyuşturucu çetesinin olduğu ve favelaları bunların yönettiği. Buralarada yaşayan insanların hepsii tabii ki uyuşturucu satıcı değil çoğu gelir seviyesi görece düşük kişiler. Favela ların kendine özgü kuralları var ve hemen yakınlarında zenginlere hiç dokunmadan yaşamlarını sürdürüyorlar. Gerçekten bir kez görülmesi gereken bir durum denebilir ama biz İstanbullular için çok yabancı olduğu da söylenemez. Bu favelalardan gezilmesine izin verilen tek bir tane var o da yaklaşık 300,000 kişini olduğu ve altyapısının sağlanmaış olduğu Rocinha. Buralar da yaşamı iy anlatan filmin Cidade De Deus yani Tanrı’nın Şehri (2002 Oscar adayı imiş)olduğu belirtiliyor.<br />Eh bütün bunları yaptınız aslında yakalşık 1 hafta geçirdiniz demektir tabii ki Brezilya sadece Rio değil daha bir çok güzellik sunuyor. Ama belki de hiçbiri carioca yaşam tarzı sunmuyor ; Adore Voce Rio...<br /><br />(Tüm gezi fotoları için bkz Facebook)Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-29498498701685934012007-12-10T10:13:00.000+02:002007-12-10T10:15:33.264+02:00HONG KONGÇin ana kıtasının hemen dibinde, İstanbul’dan saatlerce uzakta, Manhattan ile biraz Uzak Doğu karışımı bir yer düşlerseniz, kısaca Hong Kong’u tanımlamış olursunuz. Binlerce yıllık tarihine rağmen Hong Kong aslında 19 yy’da İngilizlerin idaresi altında ve 99 yıllık bir kira sözleşmesinden sonra 1997’de Çin’e devri ile geçen dönemde ilerleme kaydetmiştir. Bir zamanlar Bruce Lee ile adnı doyuran şehir daha sonra Asya gribine ev sahipliği yapmış olmakla beraber aslında en büyük özelliği mobil hayatın en ileri örneği olmasından geliyor.3G ile bizdekine göre 30 kat hızlı mobil iletişimin olduğu, evinizden 10 Mbps ile 1000 Mbps arasına internete bağlandığınız ve şehirdeki 5,000 noktada sokakta internet erişiminiz olduğunu düşünün.<br /><br />Aslında 260 ada üzerine kurulu olmakla beraber resmi 7 milyon nüfus belli başlı büyük adalarda toplanmış durumda. Ada, KowLoon, Lantau bunların en önemlileri.<br /><br />50 senelik planlı bir gelişim programı sonrası yaklaşık 45,000,000 yolcu kapsaiteli inanılmaz büyüklükte ada havalimanından gayet hızlı bir tren yolculuğu gökdelenler ile dolu ana parçaya ulaşıyorsunuz. Havalimanı Chep lap tok, Lantau adasındaki 2-3 ilginç yerden biri. Aynı ada üzerinde yeni açılan Disneyland, daha sonra bahsedeceğim Big Buda heykeli ve bazı sahilleri ile ünlü koylar bulunmakta.<br /><br />Havalimanından en ucuz ve rahat ulaşım Express Tren ile ya Ada ya da Kowloon tarafına gelerek. Her iki tarafta da büyük oteller servis var. Tren 25 dakika sürüyor ve 2 USD dan az tutuyor. Dönüşte bir avantaj daha var, tren istasyonundan aynı gündeki uçaklara Express check-in yaparak valizlerden kurtuluyorsunuz.<br /><br />Adaya ulaştığınızda eğer yapış yapış yaz değilse dikkatiniz çekecek hafif bir hava kirliliği olacaktır. Aslında ilginç bir durum çünkü yollar dışında sigara bile içilmesi yasak olan ada bir şekilde temiz hava ile buluşmakta zorlanmakta. Belki bir sebebi Manhattan’ı aratmayacak gökdelenleri. Bir ok finans kuruluşunun devasa merkezleri burada bulunmakta ve özellikle geceleri göreceğiniz gibi çok güzel şekilde ışıklandırılmış durumda. Hatta belirli festivallerde her akşam sekizde 15 dakika süren ses ve ışık gösterisine bir çok büyük bina dahil olmuş durumda. Bu gösteriyi en iyi Kowloon adası sahilindeki Tsim Sha Tsui Saat Kulesi önündeki gözetleme platformu ya da bu iş için özel denize açan turistik teknelerinden izlemek mümkün.<br /><br />Gene adanın içlerine girdiğinizde inanılmaz bir kalabalık, eğer toplu ulaşım aracı özellikle metro, tren ya da vapur seçmediyseniz ciddi sayılacak bir trafik ile karşılaşırsınız. Bunun yanında hemen her şeyin fotoğrafını çeken binlerce turist de manzaranın parçası olmuşlardır.<br /><br />Eğer kuşbakışı bir manzara ile şehri tanımak isterseniz yüz seneden uzundur çalışan enteresan bir tramvay ile on dakikada “The Peak” ‘e ulaşmanız yeterli. Burada Sky Terrace bileti almanızı ve en tepeye çıkıp manzarayı seyretmeniz öneririm. Önemli ayrıntı çıkacağınız gün havanın açık olmasını dikkat edin çünkü çoğu zaman bulanık hava manzarayı bozmaktaymış.<br /><br />Geriye dönüşte hedefiniz Statu Square olabilir. Eski yapılar ile devasa gökdelenlerin bir arada olduğu bu bölgede özellikle en yüksek bina olan IFC ile altlarındaki devasa IFC Mall alışveriş merkezi gezilmesi gereken bir yer. Buranın terasında da manzaralı restoranlar var. Alışveriş merkezini gezerken inanılmaz sayıda marka satan mağazanın ve gene Asya için olağanüstü yüksek fiyatlar ile satıldığını görüp alışveriş açısından hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.<br />1 USD yaklaşık 7,5 HK Doları etmekte ve ne yazık ki elektronik dışındaki konularda uygun maliyetli ürün almak biraz şansa kalmış durumda. Eğer Çin vizeniz varsa 45- dk mesafedeki Schenzen şehri aynı ürünlerde yarı yarıya hatta daha fazla ucuzmuş. Taklit ürünlerin satıldığı pazarlar tabii ki mevcut özellikle Temple Street Gece pazarı ile Mong Kok Ladies Market , iyi pazarlık yaparsanız iyi kalitede sahte ürünler alabileceğiniz yerler. Lokal tanıdıklarınız varsa size daha da iyi imkanlar yatacaklardır. Burada gülümseyerek ölümcül pazarlık yapmak mümkün ama gene de bir Tayland kadar fiyatları düşürtmek çok kolay değil.<br /><br />Genelde göz göze gelmeyi sevmeyen bir kültür ama çoğunlukla az ya da çok iyi İngilizce ile anlaşmak mümkün özellikle yön bulmak her şeyin İngilizce’si yazılı olduğu için gayet kolay.Bir önemli detay çoğu büyük alışveriş merkezi karşıt caddeler üzerinde bulunduğu için aralarında yayalar için bağlantı yolları var. Onun için mümkün olduğunca bu yollardan gitmek ile zaman kazanılıyor. Sahilden sonra tepelik alanlar başladığı için ulaşımda karşınıza enteresan diğer bir seçenek çıkıyor, yürüyen merdivenler. Şehirde 2-3 yerde tepelik yerlere yürüyen merdivenler ile ulaşabiliyorsunuz.<br /><br />Temiz sayılabilecek bir şehir ama bazı ilginç özellikler var. Mesela kedi veya köpek özellikle sahipsiz pek yok, yollarda gene de karşınız ilginç böcekler çıkabilmekte, kuşlar özellikle doğan gibi kuşlar yaygın. Güzel sahiller var ama köpek balıkları yaygın olduğu için güvenli sular az. Özellikle yemek açısından sokak satıcılarının olduğu caddelerde koku bazen zorlayıcı olabiliyor.Bir de şaşırmayın orta boy inşaatların hepsinin iskelesinde bizdeki demir/tahta karşımı yerine sadece bambu ağaçlar kullanılıyor.<br /><br />Şehir yürüyerek gezilebilir ama muhteşem bir metro, tren ağı var. Ayrıca otobüs, tramvay, taksi yaygın. Taksiler ilk 2 km için 15 HK Doları. Kowloon ile Ada arası Star ferry şirketinin vapurları işlemekte. Aberdeen civarına yolunuz düşerse orada şampan denilen klasik eski tekneler ile liman turu atmanızı tavsiye ederim. Bizdeki gibi ön ödemeli Octopus kartı alırsanız yemekleri bile bu kartla ödemeniz mümkün.<br /><br /><br />Görmenizde yarar olan yerleri şöyle sıralayalım;eğer gökdelenler, lüks dükkanlar, üst seviye eğlence meknalrını görmek isterseni doğru yer Ada denen kısım. Burada özellikle HSBC merkez binası, IFC Binası ve alışveriş merkezi, Wan Chai central Plaza, Landmark alışveriş merkezi, Causeway Bay Tayfun Korunma Barınağı, Lockhart Road, eğlenmek ve yemek için So Ho ve Lan Kwai Fong (özellikle gece eğlenmek için) görmeniz gerekn yerler.<br /><br />Eğer daha makul alışveriş, normal hayatı tanıma, diğer büyük alışveriş merkezlerini ve Pazar yerlerini görme, masaj yaptırma, sahilde gezmek isterseniz Kowloon tarafı sizi bekliyor. Kow Loon tarafında Tsim Sha Tsui sahil kesimi, Peninsula Hoteli, 700 mağazalık Harbour City, Nathan ve Canton Road, Yau Ma tei, Mong Kok Pazar ve caddeleri önemli noktalar.<br /><br />Eğer güney tarafında giderseniz akvaryumları, pandaları ve roller coasterları ile ünlü Ocean park eğlence merkezi, Stanley ve Repulse Bay sahil kasabaları, Aberdeen liman turu ilginç seçenekler.Bu arada denize girmek isterseniz köpekbalığı kourması olan ve deniz yosunlarından oluşan bazı alerjik hastalıkların olmadığı yerleri tercih edin.<br /><br />Lantau ya gidecekseniz Disneyland, Büyük Buda Heykeli, Po Lin Manastırı, Ngong Ping köyü ki bu rotayı daha enteresan gezebileceğiniz 6 km süren bir teleferik bir ay sonra devreye girecekmiş önemli yerler.<br /><br />Temelde alışveriş pahalı ama sokak satıcıları dışındaki önemli plazalarda hesaplı elektronik alımı mümkün. Çok kaliteli sahte ürünleri bulmak mümkün ama pazarlığa başlamadan çok sıkı karşılaştırma yapmış olmak önemli. Elektronik ürünleri ucuz diye sokak satıcıları ya da ufak mağazalardan alırsanız aldatılacağınız kesin. Para bozururken bile 7-7,5 arası değişen kurlar çıkıyor karşınıza, dikkatli olmakta yarar var.Yemek konusunda dilediğiniz kadar seçeneğiniz var. Çin yemeğine meraklı olan veya deniz ürünü sevenlerden ördek den şaşma diyenlere , sushi ve dim sum’culara herkes bizim tadımıza uygun seçenekleri bulabilir. Eğer daha uzun vaktiniz varsa ve gereken vizeler ile New Territories , Macau, Çin’de Schenzen ve Çin Turizminin gözdesi Guangzhou diğer seçenekleriniz.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-89094385659052478662007-08-19T21:44:00.001+03:002009-08-08T23:58:15.704+03:00KİEVYa da son on yıldır kullanıldığı üzer Kyiv; bizde daha çok bir zamanlar efsane Blochin ile özleşmiş Dinamo Kiev ile tanınan bu şehir aslında Avrupa nın en çok yeşil alanı olna, Avrupa ve Rusya arasında köprü pozisyonunda olan ve Rusya’nın da belki en tarihsel ve otantik şehir denilebilir.<br /><br />Dinyeper nehri kenarında kurulu ve resmi olarak 2,5 ama gayrıresmi 4 milyon kişiye evsahipliği yapan şehir özellikle Altın rengi kubbeleri olan ortodoks kiliseleri ile tanınmakta. Bunlardan en çok bilineni ise herhalde Kiev –Pechersk lavra.<br /><br />Taş devri sırasında ilk yerleşimlere sahne olan şehrin isminin şehir kuran 3 kardeşten en büyüğünün isminden geldiği kabul edilmekte. Tarih boyunca iki ana ticaret rotasından biri İstanbul olmuş; evlilik sebebi ile Avrupanın bir çok hanedanlığı ile ilişkiler içerisinde olmuş olan Kiev 11.yy’da Londra’nın iki katı kadar kalabalık bir şehir durumunda imiş. Değişik dönemler yapılmış kale ve surlardan bugün çok azı aslında hayatta kalmış durumda. 18 yy’da Rusya imparatorluğunun merkezi sayılan Kiev hem din hem kültür açısından çok gelişmiş bir durumda iken özellikle 1.Dünya Savaşı sonrası İç savaş sırasında zarar görmüş.2.dünya savaşı sırasında işgal gören şehir yahudi katliamlarına ve yakalşık 700,000 sivilin ölümünü yaşamış. 1960’larda bu sefer bilimsel gelişmelere sahen olan şehirde dünyanın 2.bilgisayarı yapıldığı kayıtlara geçmiş.<br /><br />Modern Kiev ise tüm bu tarihsel gelişmenin ötesinde bildiğimiz anlamda batılı mimarı eserler ile süslü.<br /><br />Çok uzaktan görülen Anavatan heykeli, Lavra ve St Sophia kiliseleri, Bessarabskaya meydanı ve yeraltı alışveriş merkezi, Bağımsızlık Meydanı, Opera Binası, St Andrew kilisesi, Nehir kıyısı, Khreshchatyk caddesi, Avrupa meydanı, Mandarin Alışveriş Merkezi şehrin önemli gezi alanları. Aslında tarihsel dokusu çok olmakla beraber şehir bir çok Avrupa şehrinin turistik havası ve yerleşimini sunmuyor.<br /><br />Geleceği çok parlak olacağı kesin olan şehir Türk yatırımcılarında odak noktası. Tabii önemli ölçüde bayanlar lehine olan nüfus turizm açısından farklı bir potansiyel yaratsa da yatırım yapanlar açısından iş kanunları aslında oldukça dezavantajlı. Farklı eğlence imkanları sunnan şehirde seks turizim aslında oldukça yaygın. Genelde 3-5 tane namlı mekanda lokal zenginleri ve uluslararası yatırımcıları eğlenirken görmek mümkün.<br /><br />Yaşamak açısından çok rahat gözüken şehirde yemek ve içecek konusunda da son derece zengin alternatifler var. Önemli nokta ortalama bir yemek bir saatten erken servis yapılamıyor onun için çok açıkmadan oturmakda ve zamanın keyfini çıkarmakta yarar var.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-2552373769096161382007-05-29T22:21:00.000+03:002007-05-29T22:23:32.706+03:00PORTLAND ve SEATTLEBirbirinden yaklaşık 130 mil ile ayrılan bu iki Kuzey Batı şehrinin bir çok yönü farklı olsa da ortak bir yönü var; yılın büyük bir çoğunluğunda ciddi anlamda yağışlı olmaları. Bu açıdan eğer buraları ziyaret edecekseniz kesinlikle iyi giyinmeniz önemli. Oldukça uzun, geniş ve derin olan Columbia nehri tarafından sınırları ayrılmış Oregon ve Washington eyaletlerinin diğer ortak yönü de muhteşem doğasının sunduğu çok çeşitli (sayısal olarak binlerce farklı diyebilirim) outdoor aktivite olanağı, zengin yemek kültürü ve çok sayıda bira ve peynir imalatçısı, düzenli ve çok rahat yaşanan eyaletler ve şehirler olmaları.<br /><br />Portland Oregon eyaletinin en öenmli şehir ama başkenti değil nedense. Bu özellik Salem şehrine ait. Oregon eyaleti arabanıza benzini kendiniz koymanızı engelleyen ama buna karşın satış vergisinin olmadığı ve bu açıdan çok sayıda alışveriş kompleksine ev sahipliği yapan, 19 yy’da yerleşilmeye başlanmış, Kızılderililerden ele geçirilmiş bir eyalet. Özellikle trafik kurallarının çok ağır olduğu eyalet aynı zamanda ağır rahatsızlığı olanlara özel izinle uyuşturucu satılabildiği ya da yardımlı hayata son vermenin kanuni olduğu cins bir eyalet.<br /><br />Yaklaşık 17 saatte ulaşılabilen Portland Türkiye’ye göre on saat geride bir yaşam sürüyor. Ulaşım açısından şehiriçinde her şey düşünülmüş olmasına rağmen hakkı ile gezmek için araç şart. Zaten yollarda devasa arazi araçları ve karavan evler çok sıkça karşılaştığınız bir manzara. En fazla 65 mile izin veren ve değişik trafik kurallarının olduğu şehirde Amerikan tarzı denebilecek bir araç kullanım tarzı var. Özellikle ışıklardan çok hızla kalkılıyor ve izin verilen en yüksek hıza hemen çıkılmak üzere gazlanıyor sonra o sürat korunuyor. Bu arada ABD de bisiklet kullanımına en çok yatırım yapılmış şehir olduğu söyleniyor.<br /><br />Şehir Güller şehri diye bilinse de yağmur şehri, köprüler şehir, bisiklet şehri veya kitap şehri diye de isimlendirilebilir.Willamette nehri tarafından ikiye ayrılan şehirde inanılmaz güzellikte ve çeşitte, çok sayıda köprü var; Broadway, Hawthorne, Interstate, St John’s köprüsü bunlara örnekler.<br /><br />Gerek halk kütüphanelerinin zenginliği ve vatandaşlara sağladığı olanaklar gerekse başta devasa Powell’s olmak üzere kitapçıların çokluğu şehri çok entellektüel kılıyor. Portland Devlet Üniversitesi de 17,000 öğrenciye ev sahipliği yapıyor. Yaklaşık 30 tane bira imalatçısı, çok sayıda peynir imalatçısı, çok zengin deniz ürünleri, ciddi gelişmiş organik tarım üretimi ve zincirleri, çok sayıda kafe ve nüfusa göre inanılmaz sayıda lokanta ile şehir gerçekten ilginç.<br /><br />Kabaca şehri bir kaç bölümde düşünebiliriz;şehrin güneybatısından gelirseniz ve batı kıyısında kalırsanız üniversite kampüsü sizi karşılayan ilk bölüm. Daha batıda Hayvanat bahçesi, Gül bahçeleri, Japon ve Çin bahçeleri, Dünya Ağaç ve Bitki Müzesi gibi gezilecek yerlerin olduğu Washington Park, tekrar şehrin içerisine dönerseniz alışveriş ve bazı iş merkezlerinin olduğu şehirn daha merkezi bölümleri, köprüden geçerseniz daha yerleşime yönelik Belmont, oradan kuzeye gene iş ve alışveriş merkezinin olduğu Lloyd Center var. Buradan gene nehrin batısına geçerseniz Waterfront district ve sonra şehrin en güzel bölümü denecek biraz Nişantası havasındaki Pearl ve Nortwest bölgeleri yer almakta.<br /><br />Bence şehirde görülmesi gerekenler arasında Washington Parkı ve içerisindeki bahçeler,Oregon Bilim Müzesi, Nehrin batı kıyısı, Pearl ve Nob Hill denen kısımlar, Portland Saturday market ve vakit / hava durumuna göre nehir sayılabilir. Şehrin dışında ise yaklaşık bir günlük gezide şehirin silüetinde de gözuken Hood dağı ve kayak merkezi ( haziran dahil kayılabiliyormuş), Peynir imalathaneleri, Multnomak Şelalesi, Columbia nehri sayılabilir.<br /><br />Çok sayıda festivale de ev sahipliği yapan şehirde bunlardan birine rastlarsanız mutlaka katılmaya çalışın mesela Blues veya Gül festivali, Meksika dışından en büyük fiesta olan Cinco de Mayo. Ayrıca basket, beyzbol, amerikan futbol takımları, avcılık, doğa sporları ve balıkçılığın da çok ilgi çektiği bir gerçek.<br /><br />ABD nin gene nüfusa göre en çok alışveriş merkezi olan yeri olan Portland vergi de olmaması nedeni ile gerçek bir cennet. Nike ve Adidas’ın da merkezi olan şehirde Lloyd Center, Pioneer square, Washington Square, Woodburn Outlet, Columbia’nın merkezi ve ciddi biyik North Face mağazası mutlaka ziyaret edilmeli. Russ, Marshall’s, Target, Fred Meyer gibi zincirlerde alışveriş için önemli imkanlar sunuyor.<br /><br />Yaklaşık 2,5 saatlik bir otoban yolculuğu ile ismini eski bir Kızılderili şefinden alan Seattle’a varmak mümkün. Portland’a göre daha büyük, kalabalık ve zengin bir şehir olan Seattle aslında demiryollarının gelişimi ve limanı ile hayat bulmuş, zengin kereste imkanı nedeni ile Boeing firmasının kurulması ve büyümesine paralel gelişmiş,1962 Seattle World fair yatırımları ile önem kazanmış bir şehir. Daha sonra Starbucks ve Microsoft’a ev sahipliği yaparak bugünkü durumuna ulaşmış.<br /><br />Şehir Portland’a göre daha büyük şehir görünümünde olmakla beraber yakın çevredeki Rainer, St. Helens gibi dağların varlığı, kuzeyde Olympic dağları aslında vahşi bir ortamda olduğunu size hatırlatıyor. Şehrin iki simgesi 1961 de yapılmış 150 metre civarında olan devasa Space Needle ve 1914 te yapılmış olan gökdelen Smith Tower. Space Needle yakınlarındaki Pasifik Bilim Merkezi ve Rock’n Roll Müzesi ilginç yerler.<br />Tabii şehrin kalbi sahilde Waterfront denen bölümde atıyor. Özellikle 48 ve 70 nolu iskeleler arası hem şehrin sakinleri hem de turistler için ilginç çekici. Seattle Deniz Akvaryumu da burada yer alıyor. Gene şehre damgasını vuran yer bir çeşit Kumkapı-Mısır Çarşısı karışımı olan Pike Place veya diğer adı ile Public Market center. Burası hem gezmek hem de yemek yemek açısından çok cazip bir yer. İlk orjinal Starbucks da burada.<br /><br />Seattle’nin daha eski bölümü Pioneer Square. 1889 yangını sırasında burası çok tahrip olduğu için şehir tekrar yükseltilerek inşa edilmiş. Dolayısı ile burada 2 saatlik bir yeraltı turu ile şehrin eski kalıntları arasında gezmek mümkün.<br /><br />Çok canlı bir gece yaşamı da olan Seattle’da değişik müzeler de yer almakta .Şehrin hemen dışındaki Boeing Fabrikaları ve Uçak müzesi de devasa ve çok ilgi çekici bir yer. Şehrin suda yüzen köprüler ile bağlandığı doğu kesiminde dikkat çekici yer tabii ki Microsoft Merkezi ve Müzesinin de olduğu Redmond.<br /><br />Seattle de yemek ve alışveriş açısından çok zengin seçenekler sunan bir yer. Tabii ABD ye gitmemiş olanlar için bazı uyarılar; porsiyonlar hemen heryerde devasa, içecekler mutlaka çok buzlu, genelde iş çıkışı saatler servis yavaş ve kuyruklar olan yerler var.<br /><br />Son bir uyarı da alışveriş meraklılarına. Neredeyse devamlı farklı şekillerde indirimler yapıldığı için aldıklarınızın etiketini çıkarıp hemen kullanmayın, bir kaç gün sonra indirimde görüp, geri verip daha ucuza alabilir ya da hiç kullanmayıp iade edip dükkan kredisi ya da para iadesi alabilirsiniz.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155671390307342192006-08-15T22:42:00.000+03:002006-08-15T23:03:42.353+03:00BRASOV’DA KAYAK<a href="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/1600/DSC00608.jpg"><img style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/200/DSC00608.jpg" border="0" /></a><br /><a href="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/1600/DSC00597.jpg"><img style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/200/DSC00597.jpg" border="0" /></a><br /><br />Bulgaristan ve Romanya sadece Türk girişimcileri için değil Türk kayakçılar içinde ciddi birer hedef ülke haline geldiler. Bu sene Romanya yaklaşık 3000 Türk turist ile tam bir akın yaşamış durumda. Bunun tabii en önemli nedeni bu ülkenin ucuzluğu.<br /><br />Romanya’da çeşitli kayak alternatifleri var. Benim tercihim Poiana Brasov oldu. Brasov Bükreş havalimanına yaklaşık 170 km uzakta ve ülkenin 3. büyük şehri. Yaklaşık nüfus 500,000 civarında. Ulaşım 45-50 dk uçak ve 3-4 saat arası otobüs yolculuğu ile sağlanıyor. Otobüs kısmının uzunluğunun ana sebebi sadece yollar değil inanılmaz katı trafik kuralları.<br /><br />Braşov Karpatlar tarafından çevrilmiş durumda ve ana gelir kaynağı turizm. Poiana Brasov yani Brasov’un yaylası çevredeki kayak merkezleri arasında en büyüğü. Şehrin kendisinde ilgi çekici olarak Belediye meydanı, dükkanların olduğu yaya caddesi, kiliseler ve Şarap mahzeni yer alıyor. İlgi çekici yerlerden biri ise mesafeli olmakla beraber Bran kalesi. 14.yy da yapılan bir kalenin önemli olmasına sağlayan aslından pek de gerçekçi olmayan Drakula efsanesi. 199.yyda Bram Stroker tarafından kaleme alınan bu hikayede konu edilen kral Vlad Tepes zamanında Osmanlılar dahil herkesle dövüşmüş ve Romence “Şeytan” anlamına gelen Dracul adına imza atmayı seven bir kral. Bilindiğine göre aslında bu şatoda bir kaç gün kalmak dışında hiç bir ilgisi yok. Gene de bir çok turist için bu efsanenin parçası olmak oldukça zevkli gelmekte.<br /><br />Poiana Brasov ise 14 km uzakta ve 1906’tıda Romanya’da ilk kayak yarışının yapıldığı yer. 1020 metreden başlayan resort dağda 2500 metreye ulaşmakta. Aslında senenin çoğu bizim Abant gölü misali bir yer. Sadece bizim gidişimizde değil bir çok başka tarihte de çoğu zaman insanlar güzel bir kar yağışı ve ideal kar kalınlığına rastlamamışlar.<br /><br />Hotel Alpin, Piare Mare, Miruna özellikle Bulgaristan ile karşılaştırıldığında çok başarılı oteller ama ne yazıkkı bizim Uludağ veya Kartalkaya lükslüğünde değiller. Benim tavsiyem Hotel Alpin. Pistlere ulaşmak fazladan 5 dakika araç yolculuğu gerektirse de en çok olanağı ve güzel odaları sağlayan otel denilebilir.<br /><br />Poiana Brasov daha çok alpin stili kayakçılar ve cross-country sevenler ile kızakçılar için enteresan. ATV, Atlı kızaklar, Kar Motorsikleti seçenekleri de söz konusu. Snowboard için daha az olanak sunmakta.<br /><br />Toplam uzunlukları 12 km civarı olan 10 civarı pist var. Bradul ve Gondola isimleri ile tanınan ve otellerden 10 Ley yani 5 YTL karşılığı ile ulaşılan iki ana nokta var.<br /><br />Bradul da 2 tane büyük kayak okulu ve biri başlangıç ve biri de basit olmak üzere 2 temel pist var. Burada ayrıca gece saat 19.00’a kadar ışıklandırma ve suni kar makinaları da var. Ayrıca teleferik ile 1800 metreye çıkmak ve yaklaşık 1 km’lık siyah bir pisti inmek olası. Brasov’da genelde ormanların içerisinde fazlaca geniş olmayan dik pistler tercih edilmiş. Gondola denen bölgede daha çok pist var. Burada teleferik ve küçük kabinler vasıtası ile daha yüksek ve uzun pistlere ulaşılmakta. Meraklısı için zirveden yamaç paraşütü yapılabiliyor. Pistlerin çok iyi işaretlendiği söylenemez ve ara noktalarda oturacak hoş cafelerde yok. Daha da kötüsü pistin ortasında yaklaşık 1 km buzlanmış ve dik bir alan varki ki kafile burada bayağı sakat verdi. Güneşli havada mutlaka tepeye çıkmak lazım, manzara müthiş.<br /><br />Yemek açısından öğlen daha çok açık yerler var ama Gondolun yanındaki Rossignol Club ve Bradul’un oradaki pizzacı en iyi seçenekler. Akşam için ilginç yerler arasında Çobanlar Kulübesi ve Haydutlar Restoranı gibi ilginç isimlere sahip 2 yer var.<br /><br />Peki neden Brasov ? Yaklaşık 550-700 Euro arasına uçak, 4 yıldızlı otel yarım pansiyon, alan vergisi, sigorta, vize dahili 6 gün gidebiliyorsan bunun üzerinde 20-30 milyona içkili ve tatlılı 2 kişi öğlen yemeği yersen, saati 20 milyona kayak dersi alabiliyorsan, 10 milyona ski pass, 20 milyon kayak kirası, 20 milyona bir saat masaj gibi seçenekler varsa biraz daha az karı göze almak için sebep olmakta...<br /><br />Yemekler genelde peyni çeşitleri, et ve tavuk, salata ve patatesden oluşuyor ve gayet lezzetli. Çok sayıda bira seçeneği ve özellikle güzel kırmızı şarap var. Lisan problemi genelde yok ve Romenler oldukça cana yakınlar. Havalimanından cafe ve duty free arayanlar için fazla seçenek yok ama viski ve votka İstanbul’ kıyasla çok ucuz. Cuma ve Cumartesi geceleri açık hava eğlenceleri ve havai fişek gösterileri ile oldukça hareketli geçiyor ama özellikle ctesi ve Pazar yaylaya çıkanlar ile kalabalık inanılmaz boyuta ulaşıyor ve özellikle basit pistlerde teleski sıraları oldukça uzuyor. Kesinlikle düşmemeye bakın, Poiana’da ilk yardım yok, ambulans ile 20-30 dk süren bir yolculuk ike şehire gitmeniz lazım ama o kadar çok sakatlanan vardı ki ambulanas dolmuş gibi dolmadan kalmayacak hale gelmişti.<br /><br />Başında belirttğim gibi fiyatı dışından çok ilginç bir seçenek değil ama özellikle bayramlarda kalabalık aileler için eğer hava da yağışlı olursa çok ekonomik bir seçenek.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155542345649951202006-08-14T10:58:00.000+03:002006-08-14T10:59:05.726+03:00GEÇMİŞİNİ YİTİRMEDEN GELİŞEN ÜLKE PORTEKİZDiyelim ki 4-6 gün arası bir bayram tatiliniz var, Avrupa’da kışın ortasında sıcak, hesaplı, nostaljik ama modern, yeme içme kültürü gelişmiş bir ülke arıyorsunuz. Bu durumda en iyi seçeneğiniz Portekiz ve özellikle Lizbon olabilir.<br /><br />Bayramı yaklaşık 20 derece sıcaklıkta Avrupa’nın bu orta halli ama bir o kadar nefis ülkesinde geçirdim. Genelde yazılarımda tur şirketlerini övmem ama bu sefer İstmar Turizm’i tebrik etmem lazım gerçekten oldukça organize bir tur sağladılar.<br /><br />Her zaman olduğu gibi şehri anlamak için biraz tarihinden bahsedelim. İlginçtir Lizbon Portekiz’in aslında 2.başkenti, ve hatta bu anlamda üç başkentinden biri. İlk başkent bugün üniversite şehri olarak bilinen ve Porto yolundaki Coimbria, geçici bir başkent ise kısa süre için Rio de Janeiro olmuş. Lizbon aslında Truva savaşından dönen Odisey’in kurduğu bir şehir daha sonra Romalılar’ın, Vizgotların, Kuzey Afrika Yerlilerinin ve İspanyolların elinde kaldıktan sonra İngilizlerin yardımı ile Portekiz Krallığının kurulnasından kısa bir süre sonra başkent olmuş. Şehirin özellikle Alfama bölümü bu renkli tarihi biraz yansıtmakta.<br /><br />Tejo (Tagus) ismi verilen çok geniş bir nehirin iki yanında ve hemen okyanus’un kıyısında kurulu Lizbon ilk gelişimini 1420’lerde başlayan Protekiz Keşiflerinden elde edilen ganimet ve hazineler ile yaşamış. En çok bilineni belki Vasco de Gama olmak üzere Portekiz gemicileri Atlantik okyanusunda bir dizi adayı, Batı Afrika sahilleri, Ümit Burnu, Hindistan, Brezilya ve Makau’yu keşfetmiş ve sömürge olarak yıllarca yönetmişler. Bu arada sanılanın aksine Magellan de orjinal olarak Portekiz’li.<br /><br />Şehir 1755’te büyük bir felaket yaşamış ve 9 şiddetinde bir deprem ve Tsunami ile ciddi hasar görmüş. Daha sonra şehir tekrar gelişmeye başlamış ve özellikle 2.dünya şavasında tarafsız kalarak, yaklaşık 40 sene süren Salazar’ın diktatörlüğü sırasında oldukça modernleşmiş. Portekiz’in Avrupa Birliğine 1986 yılında girmesinin hemen akabinde 1988’de önemli alışveriş merkezlerinin olduğu Chiado bölümünde çıkan yangın şehire zarar vermiş.<br /><br />Daha sonra alınan yardımlar ile de Lizbon 1994’te Avrupa Kültür Şehir seçilmiş, 1998’de Dünya Ticaret Fuarı evsahipliği ile daha da gelişmiş ve 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası ile en iyi dönemini yaşar hale gelmiş. Bütün bu zengin tarih tabiiki şehirn dokusunu çok etkilemiş. Tarihi mekanlar, fakir semtler, modern yerleşim alanları çok kısa mesafeler ile sıralanmış.<br /><br />Şehrin iki yanı birbirine biri San Fransisco Golden Gate köprüsünün bir kopyası olan 3 kmlik “25 Nisan” ve diğeri çok yeni 1998’de tamamlanan 17 kilometrelik , denizin hemen üzerinden giden “Vasco de Gama” köprüleri ve deniz ulaşımı ile bağlı. Hiç dil bilmesenizde çok zengin bir ulaşım ağı ile şehrin her yanını gezmeniz mümkün. Özellikle metro her yöne doğru ulaşımınızı kolaylaştırıyor ama dilerseniz 20.yy başlarından kalma nostaljik ya da daha yeni tramvaylar, oldukça ucuz taksiler ve otobüs ağı emrinizde. Şehrin önemli yerlerini de yaya gezmek oldukça kolay.<br /><br />Görülmesi gereken yerler arasında Belem kısmında Geronomino manastırı, Kaşifler Anıtı, Belem Kulesi yer almakta. Hazır yolunuz oraya düştüğünde Belem pastahanesinde müthiş “Pasteige du Belem” pastasını tatmanızı kesinlikle tavsiye ederim. Diğer turistik yerler arasında Alfama’nın dar caddelerini ve çini kaplı daracık evlerini, Sao Jorge Kalesini, Se Katedralini, 25 Nisan köprüsü ve Cristo Rei yani Şükran anıtını sayabiliriz.<br />Şehri yürüyerek keşfetmek isteyenler için Marques de Pombal ile Comercio meydanları arasında kalan uzun caddeyi tavsiye edebilirim. Denize yakın olan kısımnda deprem sonrası tekrar yapılmış olan Baxia ve alışveriş bölgesi Chiado, eğlence merkezi Bairra Alto yer almakta. Rossie tren istasyonu ve hemen yakınındaki yaklaşık 35 metre yüksekliğindeki, muhteşem manzaralı Santa justa Kulesi görülmesi gereken yerlerden. Alışveriş için devasa Corte Ingles ve Amoireras alışveriş merkezleri dışındaki seçenek trafiğe kapalı Rua Garret ve Chiado semti.<br /><br />Şehrin en modern bölümü ise 98 Expo için kurulmuş ve daha sonra yerleşim alanına çevrilmiş bölüm. Burada Expo’dan kalan bazı yerlerin dışında Avrupa’nın en büyük, dünyanın 2.büyük akvaryumu görülmeye değer. Buraya kadar saydığım yerler yaklaşık 2 günlük bir gezi demek.<br /><br />Daha süreniz varsa 3 enteresan rota yapmanız mümkün. Biri Atlantik sahili boyunca giden Cascais sahil şehri ve özellikle burada okyanusun kayaları dövdüğü Cehennem Ağzı kayalığı, Avrupa’nın en büyük kumarhanesinin olduğu Estoril, Avrup’nın en batı ucunda yer alan Caba de Roca deniz feneri, kayaların sahilde doğal bir havuz oluştruduğu Colares ve bu rotanın son durağı Unesco’nun koruma altına aldığı Sintra şehir ve sarayı, hemen yakınında Pena sarayı.<br /><br />Bu turu normalen şehirden 50-70 euro arası fiyatlar ile özel otobsüler ile yapıyorlar. Bence hiç gerek yok, Scott URB isimli şirketin 9 Euroluk otobüs/tren kombine bileti ile çok daha zevkli ve rahat aynı rotayı yapmak mümkün.<br /><br />Eğer dini konulara meraklı iseniz ise bir başka ilginç rota yaklaşık 150 km uzaklıktaki Fatima olabilir. Burası Portekiz’in Mekke’si. Meleklerin 3 çoban çocuğa bir kaç defa göründüğü ve kutsal enerji yaydığı düşünülen bir kasaba.<br /><br />Son rota ise yaklaşık 300 km kuzeyde olan ve ülkeye ismini veren, şarap şehri Porto. Portugal kelimesi Romalıların Porto şehrinin iki yanına verdiği porto ve Gaia isimlerinin zaman içerisinde birleşmesinden gelidği düşünülüyor. Unesco tarafından korumaya alınan bu 2. büyük Portekiz şehri gene oldukça geniş bir nehir kenarında ve çok muhteşem asma köprüler ile birbirine bağlı, tepeler üzerinde kurulu ve daracık, eski evlerin çok olduğu ama asıl Portekiz zenginlerinin yaşadığı bir yer. Bu şehrin eğlence kalbi, şarap mahzenleri ve tadım yerlerinin hemen karşısında yer alana Ribeira denen yerde atıyor.<br /><br />Gelelim Lizbon’un yaşam kültürüne; oldukça sakin, sabırlı ama çirkin sayılabailecek ve yaşlı nüfusa sahip olan şehir muhteşem bir yeme-içme geleneğine sahip. Temel besin bir çok farklı şekilde pişirilen ve oldukça farklı seçenekleri sunulan deniz ürünleri. Bunun yanısıra jambonları, peynirleri, sütlü tatlıları, başta portakalolamk üzere nefis meyvaları, kahve ve şarap seçenekleri baştan çıkarıcı. Gayet hesaplı fiyatların ödendiği Lizbon’da tavsiye ettiğim iki yer Santo Amora Dokları denen ve eski depoların bar ve restoranlara çevrildiği, 25 Nisan Köprüsünün altında, nehire nazır yer ile biraz Kumkapı’ya benzeyen ve içeride kalan Rua portas de San Antao caddesi.<br /><br />Bunun dışında Belem ve Bairra Alto da çeşitli eğlence yerleri ve restoranları ile gidilebilecek yerler. Tabiiki oldukça başarılı Portekiz şarapları ve yemek öncesi ve yemek sonrası içilen Porto şarapları unutulmamalı. Bu arada bir tavsiye çok sayıda Porto şarabı tatmak ve uygun fiyatla almak için Porto havalimanı bence en uygun yer. Burada Tawny tabir edilen ve on senelik bir Porto şarabını yaklaşık 20 Euro’ya almak mümkün.<br /><br />Portekizlileri tanımanın diğer bir yoluda Fado Külüpleri. 19 yy başından beri çok yaygın olan Fado aslında bizim arabesk ya da Amerikan Blues tarzı bir anlayışla gelişmiş bir müzik. Genelde kadınların seslendirdiği Fado’ya mutlaka bir Gitarist ve Viola sanatçısı eşlik etmekte.<br />Tarihte Maria Severa ilk Fadoist olarak tanınmakla beraber asıl meşhur eden isimler arasında Amalia Rodrugues, Dulce Pontes ve bugun kendi yerini işletmekte olan Argentina Santos sayılabilir. Fado kulüpleri genelde saat 21.00-03.00 arası program yapmakta. Yemekler biraz daha az başarılı ve daha tuzlu ama mutlaka gidilmeye değer.<br /><br />Lizbon’un sakin, temiz havası, keyifli yemekleri, müziği ve orta halli yaşantısını mutlaka tadın diyerek sözlerimizi bağlayalım.<br /><br />Benzer şekilde gezi yazılarını paylaşmak isteyen, görüş vermek ya da eklemelerde bulunmak isteyen ya da bilgi almak isteyen tüm gezginler için Habercell sayfaları ve emailim açıktır.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155539413744690262006-06-10T10:09:00.000+03:002006-09-24T12:29:47.313+03:00KAZ DAĞLARIGezi yazılarımı takip eden arkadaşlarımdan neden Türkiye ile ilgili yazıları yazmadığımı soran çok oldu. Aslında en önemli sebebi Türkiye hakkında çok sayıda yazıya, dergi ekine, web sitesine ulaşma imkanı olması ve farklı bir üslupla bir şeylerin sunmanın zorluğu. Ama belki tek bir bölgeyi, güzelliklerini ben de paylaşmak isterim.<br /><br />Yaklaşık sekiz seneden biri yaz-kış farketmeden yılda bir olsun mutlaka gittiğim bir yer varsa o da Kaz dağları ya da benim Kaz Dağlarım. Eski adıyla İDA aslında Biga yarımadası da tabir edilen geniş bir bölge. Benim bu bölgede favor rotam Ayvacık, Assos, Küçükuyu üçgeninde denebilir yani İda’nın denize bakan yüzü.<br /><br />Eskiden beri arada bir Akçay yöresine gitmişliğim vardır. Genelde bu yöre çoğunlukla istanbul’da yaşayan ama toprak sahibi insanlar ile Almanya’dan yatırıma gelmiş gurbetçilerimiz arasında paylaşılmış bir yer izlenimi vermekteydi 90’lu yıllarda. Ama modern bir yaşam anlayışı, doğa güzelliği ve sıkışık yaz trafiğinden anlaşılan mevsimsellliği ile daha çok bir yaz seçimi şeklinde idi. Dönemin popüler güzergahı da tabii Susurluk-Balıkesir-Edremit yolu idi.<br /><br />1999’da ilk defa Assos’sa gitme şansım oldu. M.Ö den beri önemli bir liman işlevi gören ve aslında zamanında çevresi kilometrelerce surla çevrili bu kasaba aynı zamanda Aristo’nun sevgilisi uğruna okul kurup felsefe öğrettiği bir yer olarak da anılır. Bugün sayıları aslında onu geçmeyen otelleri, sahil lokantaları, dondurmacıları, tekne de kiralayabileceğiniz marinası ile coğrafi açıdan fazla büyüme şansı da olmayan bu güzel kasaba halen temiz bir deniz ve eğlenceli de bir gece hayatı sunmaktadır. Mevsiminde oldukça kalabalık, araba parketmeninde bir hayli zor olduğı Assos’un zaman içerisinde önemini biraz kaybetmekte gibi algılamaktayım.<br /><br />İlerleyen yıllarda güzergah değişikliklerinin yanısıra yeni bir kavram ile “butik hotel” ile tanışmamda gene bu topraklarda oldu. 2000’den sonra yeni seçtiğimiz güzergah İstanbul-Tekirdağ-Çanakkale üzerinden yaklaşık 400 kilometrelik bir yol idi. Hatta yolda vakit ayırıp Saros, Gelibolu Milli Parkı,Anzak koyu, Müze, Truva şehri gibi tarihsel ve doğal güzellikleri de keşfetme şansımız oldu. Hatta yeteri kadar vakit olduğunda 1-2 günlük Bozcaada turunu mutlaka yapmak ister olduk.<br /><br />Aama asıl keşfimiz Yenikapı-Bandırma feribotundan inip Biga yönüne gitmemiz ile oldu. Bu şekilde toplamı 225 km olan Türkiyenin seyir açısından hem araba hem motorsiklet için en zevkli rotalarından birini tanımış olduk. Biga-Çan-Bayramiç-Ezine güzergahı yeşillikleri ile sizi büyüleyecek bir yol. Ezine’den sonra normal devlet yoluna bağlanıyorsunuz. Assos için Ayvacık’dan saparken Küçükkuyu için devam ediyorsunuz. Bu arada uçakla gelemk isteyenler için Edremit havalimanı da bir alternatif. Taksi ile 60 milyona Küçükkuyu ya gelmek mümkün imiş.<br /><br />İstanbul’dan ya da diğer büyük şehirlerden yerleşim için gelen yetişmiş bir grubun ilk nüvelerini oluşturduğu ve yan iş olarak başlattığı küçük otel kavramı, Nişanyan çiftinin kitabı ve çalışmaları ile gittikçe önem kazandı ve özellikle bu bölgede çok sayıda örneği oluştu. Eski Çetmi şimdiki Yeşilyurt köyü, Zeus altarına yakın olan Adatepe, daha ileride Çamlıbel, Narlı köylerinde çok başarılı Küçük oteller yer almaktadır. Sayıları gittikçe artan bu otellere şimdilerde sahil kesiminde de eklenmeler olmuş. Bazıları hemen denize nazır odaları ve daha düşük fiyatları da oldukça rekabetçi olabililecek durumdalar.<br /><br />Eğer rotanızı yazın buraya çevirmişseniz ana seçenekleriniz özellikle Küçükkuyu-Assos arasındaki sahil şeridinde denize girmek ve seçeceğiniz değişik noktalarda güzelim zeytinyağlarla ve otlarla hazırlanmış mezeleri ve deniz ürünleri yemek olmalı. Ama diğer mevsimlerde yöre hem turistik hem sportif gezintiler açısından çok olanak sunmaktadır.<br /><br />Benim favori yerim şu an Yeşilyurt köyü; Çetmi Han, Öngen, Manici Kasrı hepsi çok başarılı tesisler. Yeni açılan Yol Konağı ve Sahaf’ta kalmadım onlarında en az diğerleri kadar başarılı oldukları tahmin ederim. Buradan denize ulaşmak bir kaç kilometre alsada gerek köyün küçüklüğü gerekse tepeye çıkıldıkça artan manzarası gerçekten çok başarılı.<br />Küçükkuyu-Assos arasında çok sayıda konaklanacak ya da sadece denize girilecek tesisler var. Manici beach, Kabile, Dedeoğlu, Eden Otelleri, Yahya’nın yeri nam-ı diğer Sarmaşık, Carlos’un yeri, Kadırga koyu ve daha bir çok yerde hem serin ve temiz bir deniz hem konukseverlikle sunulan çok güzel yemekler bulacaksınız. Eğer tarihe meraklı iseniz Assosdan ileriye yapacağınız turda zamanın muhteşem şehir Alexanderia Troas’ı, Babakale fenerini, Gülpınar köyündeki Apollon tapınağını gezebilir tekrar Ezine yoluna bağlanıp Türkiye’nin en güzel peynirlerini imlatçılarından alabilirsiniz.<br /><br />Küçükkuyu’dan Akçay tarafında giderseniz sahil kesiminde çok sayıda standart otel, restoran ve sol yanda çok sayıda ev görmeye başlarsınız. Ama yaz dışında bu rota sizi birbirinden güzel yerlere götürecektir. Zeus Altarı, Adatepe köyü, Hasanboğuldu /Sutüven şelalesi, Çamlıbel köyü, trekking içinde ilginç olabilecek Pınarbaşı vadisi,Tahtakuşlar köyü ve Etnografya Müzesi, yaklaşık 27 km yürünerek ulaşılan Sarıkız zirvesi (Burada Ağustos sonunda anma törenleri yapıldığını belirtmişlerdi), rehbersiz zorlanılan Şahintepe kanyonu (Şahinderesi manzaralı restoranlarından farklıdır şaşırmayın, orası da kahvaltı ve yemek için gzüel bir seçenek), gene ayağına çabuk yürüyüşçüler için Yeşilyurt köyünden Çanakkale asflatına giden 4-5 kmlik Eski Roma Yolu ilginç yerler arasında. Ayrıca özel izinle yaklaşık 1774 metrelik zirveye giden çeşitli günübirlik ve konaklamalı trekking turları, off-road turlar ve av turları da seçenekler arasında.Çamlıbel köyünde İdaköy Çiftlik evini işleten Sema-iskender Azatoğlu tarafından yayınlanan Kazdağı rehberi bölgeyi tanıtan oldukça başarılı bir eser. Butik otellerin fiyatı 2 kişilik ve çoğunlukla yarım pansiyon fiyatları mevsiminde 50-250 YTL arasında değişmekte. Yaklaşık 50 YTL ile çok güzel bir ara öğün yapmak mümkün. Başta zeytin ve her türlü ondan elde edilen ürün olmak üzere, otlar, el sanatları, meyve-sebze, bal ve ev yapımı reçeller, kilimler bölgeden alnacak ürünler. Kışın gidecekler için yol bol yağışlı hatta karlı olabilir.<br /><br />Bu arada alternatif eğlenceler arayanlar için Çetmi köyünden yapılan 10-15 km süren ATV turları dailginç olabilir.<br /><br />Ola ki vaktiniz var; Küçükkuyu'dan yaklaşık 90 km veya 1,5 saat mesafede Ayvalık sizi bekliyor. Ayvalık'a girdiğinizde soldan devam ederseniz meşhur şeytan Sofrası veya Sarımsaklı plajına ulaşabilirsiniz. Sağdan devam ederseniz Ali Bey adası veya nam-ı diğer Cunda adasına gelebilirsiniz. Burası eski Rum evlerinden kalan kalınıtlar, onların üzerine inşa edilmiş şirin restoranlar ve vilları ile bir Akdeniz adası havasında. Denizin üzerinden Lale adasına bağlayan yolun devamı Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü diye tanıtılan küçük bir köprüden geçerek sizi aslında yarımada olan bu şirin yere bağlıyor. Dökük bir değirmeni gördüğünüzde sağdan yol sizi güzel plajlara soldan ise ilçe merkezine götürür. İlçe merkezinden mutlaka tavsiye edeceğimiz tabii ki güzel deniz ürünleri sunan lokantalar ya da en kötüsünden Ayvalık tostunun orjinali, Bay Nihat'ın yerinde mutlaka dondurmalı sakızlı muhallebi, biraz ilerde Zeytinli Kahve'de Dibek Kahvesi olacaktır. Gittiğinize değer bir rota olacağı kesin.<br /><br />1999’dan beri bölge gözle görülür şekilde değişmekte ama halen bir Bodrum / Kuşadası ve Çeşme’nin yaşadığı plansızlığı ve mimari açıdan çirkinleşmeyi yaşamıyor. İnanışım önümüzdeki senelerde özellikle ekolojik turizm merkezi olarak buranın öneminin artacağı. Bu açıdan şimdiden yöreyi tanımakta yarar var belki gelecekte yüzyıllardır bize sunduğu güzellikleri görmekte zorlanabiliriz. Yolunuz açık olsun.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155303668278645812006-06-03T16:40:00.000+03:002006-08-15T23:08:33.136+03:00SLOVENYA<a href="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/1600/Picture%20069.jpg"><img style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; CURSOR: hand" alt="" src="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/200/Picture%20069.jpg" border="0" /></a><br /><a href="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/1600/Picture%20015.jpg"><img style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/200/Picture%20015.jpg" border="0" /></a><br />Pamela’nın yeni şarkısının “İstanbul’dan gitmek lazım, yeni bir şeyler yapmak lazım...” sözleri mi yoksa Mehmet Yaşin’in “Uzakname” isimli eserdeki gezi hikayeleri mi desem, bu sefer de İstanbul’a sadece 2 saat uzakta bizim için yeni bir ülkeyi keşfetme şansı buldum.<br /><br />Nedense “Slovenya” Türkiye’de pek bir şey çağrıştırmıyor hatta tur düzenleyen acenta veya bir gezi kitabı bulmak bile zor. Tarih boyunca da aslında ülke de bu isimle pek tanınmış sayılmaz. Bugün Avusturya, İtalya, Hırvatistan ve Macaristan ile komşu bu küçük ülke tarihte genelde çeşitli imparatorlukların kültürel ve ilginçtir özellikle 19.yydan sonra turizm merkezi olmaktan öteye pek gitmemiş. Türkler de Kanuni zamanında buralarda hüküm sürmüşler. 2.Dünya şavasında Partizanların hikayesi sayılı kahramanlık hikayelerinden denebilir. Bu sevimli ülkenin vatandaşları zamanlarını sanat, kültür ve bugünkü konukseverliklerini sağlayan turizm ve doğa sporları ile geçirmişe benziyorlar.<br /><br />Slovenya’yı kısaca tanımlamak gerekirse bir doğa harikası. Ülkemizin doğal güzellikleri de muhteşemdir ama bakımsızlık, ülkenin büyüklüğü ve artan yapılaşma bu güzellikleri gözden kaybettirmekte. Bu ülke ise tam tersine yeşilin her tonu ile, nehirler, göller, dağlar, üzüm bağları ile kaplı, yeraltı sularının oluşturduğu 8500 den fazla mağaraya ve bir çok yerde termal su kaynaklarına, güzel manzaralı dağlara, mavinin korunduğu kıyılara sahip. Yaklaşık 15 sene evvel Yugoslavya’dan ayrılma kararı veren ve hatta 10 günlük bir savaş bile yaşayan Slovenya şimdi bir AB ülkesi. Ana geliri de bu bağlamda turizm.<br /><br />Ülenin şirin başkenti Ljubliana aslında çok eski bir yerleşim yeri; bugün 300,000 nüfusa sahip olan şehir tipik bir ortaçağ yerleşim yerinin çok iyi korunmuş hali. Hafifçe tepeye kurulmuş ve bir turist treni veya araç ile ulaşılan kalesi, güzel köprülerle ayrılmış nehrin iki yanında eski tip evler (Old Town), tipik bir meydan (Presernov Trg), eski tip binalarda kurulmuş müzeleri, şehrin sınırlarını çizen oldukça geniş bir park (Park Tivoli) şehrin önemli yerlerini oluşturmakta.<br /><br />Şehir o kadar küçük ki genelde 300-400 metrekare bir alanda size tüm albenisini sunabiliyor. Yürüyerek, paten veya bisiklet ile gezmek çok revaçta ve her yerde olan bisiklet yolları sayesinde çok da rahat. Şehirn tüm iyi lokantaları, barları nehrin iki yanında yaklaşık 300 metrelik bir alanda sıralandığı için şehirin eğlence hayatına ulaşmak da gayet kolay. Ülke tahmin edebileceğinizden çok daha sıcak. Biz orada iken 30-36 derece arası sıcaklıklar vardı. Bu açıdan genelde gün içerisinde şehir oldukça boş. Akşamüstü canlılılık başlıyor ve tüm barlar yaklaşık 21.00’e kadar yemekten çok içki servis ediyorlar. Et ve deniz ürünleri, tatlılar, dondurma çeşitleri, güzel şarapları ve özellikle İtalyan mutfağının iyi örneklerini bulmak mümkün . Fiyatlarda 20-35 Euro arası değişiyor. Genelde Euro lokantalarda kabul ediliyor ama üstü Sloven Tollar’ı olarak da verilebiliyor. Kur fiks sayılabilir onun için kazıklanmak korkunuz olmasın. 1 Euro yaklaşık 239 SOT ve bankalarda rahatça bozdurulabiliyor.<br /><br />Ljubliana’da yaşam orta pahalılıkta ama ilginç şeyler pahalı veya ucuz olabiliyor. Örneğin havalimanının geliş kısmı çok zayıf ve şehire iniş için saat başları kalkan 10 Euroluk bir otobüs var. Ama yaklaşık 23 kmlik mesafeyi hızla alıp şehire inmek isterseniz taksi 38-40 Euro civarı. Genelde 5 yıldızlı otelleri oldukça başarılı ve gecesi 120 Euro civarı. Slovenya’nın asıl güzellikleri kiralayacağınız araba ile çıkacağınız turlarda. Çok kaliteli ve iyi işaretlenmiş yolları ve kısa ulaşım mesafeleri ile araba ile gezmek oldukça makul. (Avis günlük araba kirası GPS dahil 65 Euro civarı ve yakıt da Avrupa’nın en ucuzu.)<br /><br />İlk önemli durak kuzey, Avusturya sınırına yakın olan Bled gölü. Yaklaşık 55 kilometrelik bir yolculuk ile ulaşılan bu göl ülkenin en turistik yeri. Zamanında imparatorların, Mareşal Tito’nun ve günümüzde öenmli yerel kişiliklerin yazlık mekanı olan bu göl ortasındaki ada, göle kuş bakışı bakan muhteşem kalesi ve çevresindeki plaj, lokanta ve villalar ile inanılmaz güzellikte. Yoldan Bohinj’e doğru devam ederken sahilde karşınıza gelecek panoramik manzaralı restoranın hem konumu güzel hem yemekleri lezzetli.<br /><br />Daha az turistik ama daha büyüleyici bir yer arıyorsunuz Bohinj’i gölü ve etrafındaki Julian Alpleri diye tanımlanana sıradağların olduğu yaklaşık 30 km ilerdeki bölüm gerçekten soluk kesici. Adının Slovenya’nın en yüksek dağı Triglav’dan alan Milli park gerçekten doğa sporları için inanılmaz. Bisiklet, trekking, tırmanma, kayak, yelken, kano, kanyoning, paragliding gibi bir çok spora olanak sağlayan bu gölün en güzel manzarası Ribcev laz tarafından ya da üşenmeyip teleferikle çıkacağınız 1600 metredeki Vogel Kayak Merkezinden görülmekte. Yazın trekking yapılan dağlarda kışın 3-4 kayak merkezi işletilmekte. Gölü biraz daha devam ederseniz yaklaşık 60 metrelik Savica tursitik şelalesi de ilginç olabilir.<img style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 231px; CURSOR: hand; HEIGHT: 167px; TEXT-ALIGN: center" height="167" alt="" src="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/200/Picture%20086.jpg" width="224" border="0" /> Çevrede inanılmaz sayıda güzel pansiyon ve otel var dolayısı ile eğer doğa meraklası iseniz kalmanız gereken yer burası denebilir.<br /><br /><br />Diğer ilginç rota ise yaklaşık 140 km ile sahil kesmine, İtalya-Hırvatistan arasında kalan yöreye yapılabilir. Otoban ile Koper’e doğru gideceğiniz bu rotada ister istemez durmanız gereken bir yer bizim Sürmena Manastırı benzeri kayalara oyulmuş Predjama Kalesi ve inanılmaz bir yer olan Postojna Mağarası. Yaklaşık 13.yy dan beri bilinen bu mağara sistemi yaklaşık 19 kmlik uzunluğa sahip. 19. yydan beri önemli bir turizm merkezi olan bu mağaraya elektrik başkenten evvel gelmiş. Tünelin girişinde gene aynı devirden beri kullanılan ve bir roller coaster tarzında sizi mağaranın derinlikerine götüren bir tren var. Genelde sıcak mevsimlede saat başı yapılan bu tur yaklaşık 90 dakika sürüyor ve içerisi 8-10 derece bir sıcaklığa sahip. Bir noktadan sonra farklı lisanlardaki rehberler ile yürünerek yapılan bu turda inanılmaz sarkıt, dikit kombinasyonları ve şekilleri ve yaklaşık 25 cm boyutunda bir mağara canlısı olan Proteus ailesini görme şansınız olacak. Bu arada farklı gezi ve yeraltında bot ile ile yol alma ve konaklama kombinasyonları olan mağara turları da çok revaçta imiş.<br /><br />Bu görkemli doğa olayından sonra sırası ile Koper ve İsola’yı hızla geçerek çok tatlı bir sahil kasabası, örnek olarak Assos benzeri olan Piran’a geliniyor. Evlerin önünde kayalardan ya da iskelelerden denize giren kasaba halkına çok sayıda turist de eşlik ediyor. Biraz daha yol alırsanız sayfiye şehir Portoroz güzel otelleri, geniş caddeleri ve bir çok plajın, su parkı ve eğlence yerlerinin olduğu sahili ile sizi karşılıyor. Burası ayrıca bir çok termal kaynak ve spa hizmeti olan sağlık otellerine de ev sahipliği yapıyor.<br /><br />Bu rotalar dışında Kuzeydoğu’da ülkenin ikinci büyük şehir Maribor, Kuzeybatı’da Soca vadisi ve Kobarid gezilecek diğer yerler arasında sayılıyor.<br /><br />Genelde konuksever olan halkı ingilizceyi de büyük ölçüde konuşuyor. Otobanlarda ve şehirde hız limtilerini pek takan yok ama kurallara muhakkak uyuluyor. Bira sevenler için Union ve Lasko iki güzel bira seçeneği. Alışveriş açısından genelde zayıf bir ülke, hediyelik eşya satışı da pek yaygın değil. En önemli alışveriş kompleksi Ljubliana yakında BTC kompleksi ama uygun fiyatlar indirimde bile yoktu. Önemli bir detay dönüşte havalimanı iç hatlar gibi işliyor, erken gitmenizde hem yarar yok hemde duty free ve bekleme salanu oldukça zayıf. Mutlaka tatmanız gereken tatlı Gibanica, mantar çeşitleri de çok leziz.<br /><br />Ve bir gezinin daha sonuna gelirken Nasvidenje !Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155326285163962942006-05-22T22:57:00.000+03:002006-08-15T23:05:44.990+03:00ENLERİN VE İLKLERİN ŞEHRİ CHICAGONe New York kadar dinamik, ne San Fransisco kadar romantik ne Las Vegas gibi şaşalı, ne Boston gibi hoş....İlk bakışta ABD’nin 3.büyük şehri Chicago bunların hiç birini size sunmuyor. Ama tanıdıkça, gezdikçe bu şehrin ne inanılmaz bir yer olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.<br /><br />Yerlilerin dili ile “Checagou”; belki de bir zamanlar topraklarından yetişen soğanlardan almış ismini. Ama günümüzde şehirde rüzgar uygunsa dünyanın en büyük çikolata / şekerleme üreticilerinden Nabisco’nun fabrikasından şehire kadar gelen çikolatasının belkide M&M in kokusunu alıyorsunuz.<br /><br />1779’da Haitili Tüccar Bay De la Salle’nin yerleştiği bu alan da yerliler ve kovboylar arasından özellikle Fort Dearbon’da kanlı savaşlar olmuş ama şehrin coğrafi konumunun önemi onu gözde bir yer haline getirmiş. Büyük Göller yöresi ve Missisipi’yi yani tüm iç su ulaşımının ana merkezi olan Chicago aynı zamanda demiryolu ulaşımının merkezi haline gelmiş. Özellikle Sceince Museum’a gittiğinizde yaklaşık 40-50 metrekarelik alanda yapılmış mini demiryolları ülkesi maketi bu hikayeyi size daha iyi anlatır. Şehrin bu en önemli ulaşım merkezi olma özelliği bugünde devam ediyor. United Airlines’in merkezi olan Chicago O’Hare havaalanı mimarı açıdan çok zayıf olsa bile dünyanın en harketli havalimanı olma özelliğini sürdürüyor. Bu arada son dönemde ABD’ye gitmemiş olanlar çıkışta şaşırmasınlar; güvenlik kontrolünü geçtikten sonra çıkış işlemlerinizi kendiniz yapıyorsunuz en azından Şikago’da.<br /><br />Şehrin enler ve ilkler listesi bitmek bilmiyor; size bazı örnekler. Sadece Nabisco değil aynı zamanda dünyanın en büyük sakız üreticisi Wrigley’in de merkezi. Yaklaşık 20 km sahili olan şehirde 550’den fazla park var. Dünyanın en büyük akvaryumu Shedd, en büyüklerden ve halen bedava olan sayılı hayvanat bahçelerinden Lincoln, dünyanın en yüksek ilk 5 binasından 2. ve 4. olan Sears ve Big J / John Hancock, dünyanın en büyük halka açık kütüphanelerinden biri, dünyanın en büyük ticarethanesi Merchant Building’de bu şehirde. Yaklaık 50 köprü ile Şikago nehiri üzerinden belki en çok köprü geçen şehir. 1893’te 26 milyona Columbain Exposition sırasında ev sahipliği yapan şehir, 1994 Dünya Kupasında ev sahibi olmuş.<br /><br />Spora delicesine aşık şehirde 3 B yani Bulls, Blackhawks, Bears ve White Sox takımları kendi alanlarında efsanevi başarıları olan takımlar. Sadece unutulmaz Jordan’a değil, efsanevi ganster Al Cappone, beyzbol oyuncusu De Maggio’ya, Oprah Winfrey’e, John Malkovich’e, Dan Ackroyd’a, John Belushi’ye ev sahibi olmuş şehirde her akşam 150 tane tiyatro ve sayısız müzik kulübü ünlüleri yetiştirmeye devam ediyor. Chicago bilinen şekli ile sadece Blues’un değil ama aynı zamanda House Müzik tarzınında doğum yeri.<br /><br />İlkler bununla da bitmiyor;aslında ilk gökdelenin inşa edildiği yer de Şikago ve özellikle magnificient Mile denilen alışveriş caddesinin başlangıcından sonuna kadar muhteşem gökdelenler otel, işyeri ve lüks evler olarak, nefis bir göl manzarası ile sıralanmış durumda.Aslında şehrin bu bölümü dışında tamamı az katlı, şeker yerlerden oluşuyor. Bunun sebebi aslında 1871 de şehrin o zamankı halinin tamamının yanmış olması ve sonrasında Şikago tarzı denilen bir mimarlık tarzının gelişerek şehri bugunki yapısına kavuşturması. Bu arada filmlerden hatırlayacağınız meşhur Şikago itfayesi de şehrin merkezine yakın. Her gün inanılmaz gürültülü sirenler çalarak ama nedense oldukça yavaş ve sakin bu canavar itfaye araçlarından birini görmek mümkün.<br /><br />Şehrin diğer bir özelliği de yaklaşık 77 semtten oluşması ve bunların bir çoğunun etnik özellik göstermesi. Aynen bizim Almanya’daki Türk mahalleleri misali burada Alman, italyan, yunan, Çin, Çek, Litvanya ve daha bir çok ülkeden insanların kendi mahalleleri var. Hatta Şikago’daki Polonyalı sayısı Varşova’dan sonraki en yüksek sayı imiş ! ne yazık ki Türkler bu şehirde göreceli zayıflar ama ünlü bir Türk lokantası olduğunu duyduk.<br /><br />Peki şehiri nasıl gezmeli? Kaldığınız yere göre aslından bir çok şeyi yürüyerek yapmak mümkün. Tabii turist otobüsleri, bisiklet, tekne turları hatta ginger denilen aletler ile yapılan turlarda var. Şehirn yeme-içme ve eğlenece yerleri Old town ve özellikle Rush street civarında ve aynı zamanda göl üzerindeki Navy Pier’da.<br /><br />Sears’ın olduğu bölge daha çok finansal bir merkez ve gezmek için çok zevkli değil ama hemen yakınında , meşhur binaların arasından “L” treni ile hatırlayacağınız the Loop alışveriş ve lokal ortamı tanımak için çok iyi. Turistik dergilerde asıl alışveriş merkezi olarak magnificient Mile tanıtılıyor ama burası lüks dükkanlar ile dolu ve çok daha pahalı bir nevi Teşvikiye vs Beyoğlu denebilir. Özellikle T.J Maxx, Filene’s basement, Old Navy gibi dükkanlar alışveriş için cidden ucuz ve kaliteliler örneğin 15 USD karşılığı 501 pantolon veya Nautica gömlek almak mümkün.<br /><br />Magnificient Mile de yapıları, paralel caddelerdeki restoranları ile mutlaka görülmesi gereken ABD’nin zengin yüzü. Hava güzelse ki şehrin takma adı rüzgarlı şehir olduğu için aslında genelde biraz daha serin, sahilde yürüyüş yapmak da çok zevkli olabilir. 300 metreden Şikago’yu görmek isterseniz Hancock binasını tercih edin.<br /><br />150’den fazla müzenin olduğu şehirde Field Museum, Shedd, Science Museum mutlaka görülmesi gereken yerler. 49 USD karşılığı city pass alarak bu üçüne artı Adler Gözlem Evi ve Hancock binasına sıra beklemeden girebilirsiniz. Zevkinize göre diğer müzeler, eğer takviminiz uygunsa spor müsabakalarından herhangi biri size kalmış. Alışveriş meraklıları yarım gün ayırırlarsa şehirn dışındaki outletlere ya da yakındaki eğlence parkı Six Flaggs’a gidebilirler. Şehrin içindeki diğer büyük alışveriş merkezleri arasında Nordstorm, Carson Priere Scott, Marshall Fields, Sears yer almakta. Bu arada Borders , Virgin gibi yerlere gittğinizde sıkça Tarkan, Sezen dinleyebilirsiniz; sebebi belkide orada çalışan Türkler olabilir.<br /><br />Yeme içme açısından Şikago hemen herkese hitap edecektir, bol deniz ürünlerinin yanısıra, Brezilya etleri, Japon, çin ve Hint yemekleri, tabii ki enfes pizzalar, bagellar, hotdoglar, cheesecake ve hemen heryer kahve.... USD 20-30 arası nefis bir yemek yemeniz mümkün. USD 50 gözden çıkarttı iseniz, ciddi bir şarap ekleyebilirsiniz.<br /><br />Merkezi otellerin oldukça pahalı olduğunu söylemekte yarar var ama şehrin biraz da dış semtlerinde kalırsanız şehir hakikaten makul. Havaalanından Michigan Avenue civarı USD 35-40 tutuyor ama alternatif olarak tren ve shuttle servisleri de var. Şehirde çok değişik tipte insan göreceksiniz ama genel olarak çok nazik ve yardımseverler.<br /><br /><br />Eğer tüm bu güzelliklere rağmen 10,5 saatlik yolculuğu göze alamayanlar varsa Fugitive, When Harry met Sally, Blues Brothers, Untouchables filmlerine bir göz atarlarsa şehri yakından tanımış olurlar.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155327302910811462005-11-23T23:14:00.000+02:002006-08-15T23:21:37.096+03:00OLA MADRİD<a href="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/1600/plazamayor.jpg"><img style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/200/plazamayor.jpg" border="0" /></a><br /><a href="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/1600/madridsembol.jpg"><img style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; CURSOR: hand" alt="" src="http://photos1.blogger.com/blogger/2674/3510/200/madridsembol.jpg" border="0" /></a><br />İspanya’ya dördüncü ve en kapsamli seyahatime giderken aklıma tarihte bize öğretilen İspanya geldi. Lise tarih derslerindeki İspanya özellikle Akdeniz’in doğusuna hakim, keşifler çağını başlatan ve bu sayede zengin olan bir ülke olarak geçer. Tabii ki lise yıllarında İspanya hakkında daha çok bildiğimiz şey efsanevi futbol takımları olduğuda aşikardır. Bu keşiflerle zenginleşen İspanya ile biz pek savaşmadığımız için ilerleyen yılların tarih kitaplarında önemini kaybeder. Üniversite yıllarında öğrendiğimiz ise İspanya’nın 2.dünya savaşına katılmamış olmakla beraber sıkı bir dikta rejimi altında yaşamış olduğu, yetmişli yıllarda Avrupa Birlğinin en zayıf 2-3 ülkesinden biri olduğu şeklindedir. 1992 Barcelona Olimpiyatları ve devam eden spor başarıları, daha ilerleyen yıllarda gittikçe daha çok duyulmaya başlanan İspanyol şehirleri ve markaları ile bu güzel ülke Türk Turistler tarafından daha çok keşfedilmeye başlandı. Ama gözüken o ki biz biraz yavaş kalmışız. Özellikle güney kıyıları 1970’lerden beri bence çarpık sayılacak bir kentleşme ve bugünki Türkiye’ye benzeyen bir emlak satışı dalgası ile başta Alman ve İngilizler olamak üzere soğuk Kuzey Ülkeleri zenginleri tarafından mekan edinilmiş durumda.<br /><br />Madrid İspanya için aslında sıradan sayılabilecek bir şehir. Aslında tarihsel olarak bir çok şehrinden daha çok yeni. Örnek vermek gerekirse Cadiz şehri yaklaşık 3000 senelik bir yerleşim bölgesi iken, Madrid 9.yy’da kurulmuş bir şehir.<br /><br />Anlatılanlara göre Mağribi istilası sırasında Toledo şehrini korumak için bugünki Madrid sarayının olduğu yerde “Mayrit” Adı ile bir kale kurulmuş ve ilk yerleşim daha çok rahipler tarafından yapılmış. Daha sonra “Madrilenos” denen daha çok tarım ve tciaret ile uğraşan çalışan sınıf oluşmaya başlamış.13.yy’da Kilise ve Madrilenos arasında av sahalarının kullanımı konusunda bir çatışma çıkmış ve alınan karara göre mal sahibi kilise ama avlanan ürünler Madrilenos’lara ait denmiş.Buradan da Madrid’in sembolu sayılan ve Puerta Del Sol meydanında bulunan ağacı koklayan ayı (kilisenin o zamanki amblemi) çıkmış.<br /><br />Madrid’in bu bereketli av toprakları çok ilgi çekmiş.İspanya krallığı evlilikler nedeni ile genelde İspanyollar dışında yönetildiği çok zaman olmuş. 1561’de resmi başkent olduğunda 80,000 nüfusu olan Madrid bugun 3 milyondan fazla kişiye ev sahipliği yapmakta.Hasburglar, Burbonlar gibi değişik hanedanlar tarafından yönetildiklerinden şehrin gelişimi de bu paralelde gerçekleşmiş. Eski şehir denen kısım Burbon bölümüne genişlemiş sonra daha yeni ve lüks bölümler eklenmiş. Kendi iç savaşları dışından ciddi bir savaş görmediği için şehirde korunarak bugüne ulaşmış eserler çok. Madrid’in tarih boyunca öenmli özelliği bir kültür başkenti olması. Tarih boyunca Velazques, Goya gibi ressamlara, meşhur Cervantes’e ev sahipliği yapmış ve bugun büyüklüğüne göre en çok sanat müzesi barındıran şehirlerden biri durumunda.<br /><br />Turist olarak şehir gezmenin en iyi yolu kesinlikle metro ve yürümek. Çok kapsamlı ve başarılı bir metro altyapısı olan şehirde, inanılmaz geniş yollar olmasına rağmen trafik özellikle turistik merkezlerde çok yoğun. Birde istanbul misalı bir çok yerde yol yapımı işleri var.<br /><br />Şehir bence 4 bölüme ayrılıyor. Biri daracık sokakları ve inanılmaz kalabalığı ile Eski Şehir ki burada özellikle Plaza Mayor ve Puerta Del sol meydanları, Gran Via caddesi, Kraliyet Sarayı dikat çekici yerler. Buralar alışveriş, yemek, eğlence ve kalabalığa karışmak için en turistik bölge.<br /><br />Hemen buraya paralel Burbon bölümü başlıyor ki burada muhteşem Prado müzesi, Thyssen-Bornemisza müzesi, Cibeles meydanı, çok muhteşem bir park olan El Retiro parkı, Merkez Bankası binası, Borsa binası, Puerta de Alcala isimli törensel geçiş kapısı, Madrid’in en lüks oteli olan Ritz bulunmakta.<br /><br />Şehrin daha yukarı kısmında ise Castellana bulvarı, Colon Meydanı, Galdiano müzesi, lüks alışveri caddesi Serrano’nun bulunduğu geniş caddelerden oluşan , 19. yüzyılda gelişmiş daha modern bir bölüm söz konusu.<br /><br />Buraya kadar bahsettiğim bölüm aslında sıkı yürüyüşler ile rahatça gezilecek bölümler. Metro ile şehir keşfetmeye devam ederseniz Sömürgecilik döneminden kalan eserlerin sergilendiği America Müzesi, mini-Manhattan diye tanımlanacak Azca bölümü, 105,000 kişilik devasa Berbabeu stadı, ve Boğalar ülkesnin ne büyük ve muhteşem arenası Plaza de Toros Las Ventas, bir hayvanat bahçesininde bulunduğu biraz bizim Blegrad ormanının andıran Casa de campo, Aswan barajı yapımı sırasında gösterdikleri yararlılıkdan dolayı İspanyollara verilmiş Mısır tapınağı Debod ilginizi çekebilir.<br /><br />Vaktiniz kalır ve Madrid’in ilerisini görmek isterseniz Segovia ve Toledo enteresan alternatifler.<br /><br />Madrid’de yaşam sadece sanat ve tarihi eser değil tabiiki. Endülüs’te daha da farklı olmakla birlikte Madrid’de de çok enteresan bir yaşam var. Sene boyunca devam eden festivaller, konserler ve flamenko gösterileri dışında özellikle yaşam stili ve yemek kültürü çok dikkat çekici.<br /><br />Madrid’de temelde 2 tip kahvaltı var; biri sabah evde genelde bir kahve ve yanında bir ekmekle yapılan diğer ise genelde 11 civarı bir bar veya cafe’de kahve veya bira eşliğinde Churros (tatlı cinsi, Tortilla (omlet), Bocadillo (sandöviç) yenerek yapılan. Yemek saat 13.00-16.30 arası geniş bir zaman diliminde yenmekte.Bu bölümde ilk önce bir barda alınan tapas (meze) ve şarap sonrası ana yemek için bir lokantaya gidilmekte. Akşamüstü ise özellikle uzun alışveriler sırasında sıkça kahve ve çay molası verilmekte. Eve dönmeden önce gene bir tapas ve içki seansı var. Daha sonra 21.00-24.00 arası değişen saatlerde başlayan yemek sözkonusu. İspanyollar kesinlikle dışarıda yemeğe çok düşkün onun için günün bir çok saatinde barlar, cafeler, lokantalar dolu.<br /><br />Madrid’de neler yemeli; Valensiya’nın yemeği olan ve bir çok çeşidi bulunan Paella, karışık kızarmış deniz ürünleri tabağı Fitura de Pescado, sarımsak çorbası Sopa de Ajo, ekmek, sarımsak, biber, domates ve salatalıktan yapılan Gazpacho çorbası, Boğa kuyruğundan yapılan Rabo de Toro, tapas çeşitleri arasında çok değişik bir köfte olan Albondigas, değişik çeşitleri ile Tortilla, Kalamar, Serrano jambonu, Mancehogo peyniri, Zeytin, Közlenmiş biber salatası Ensalada de Pimientos Rojos. Bu güzel yemeklerin yanından Rioja Kırmızı veya Penedes beyaz şarapları, lokal biralar, nefis tatlı şaraplar (Fino sherry), Sangria ve özellikle kahve sevenler için mutlaka sütlü kahve ( Cafe con leche)<br /><br />Madrid meyhane kültürü gelişmiş bir yer. 80’den fazla antik meyhane taberna adı ile halen faaliyette, mutlaka deneyin.<br /><br />Tüm yemekle için geçerli kural; servis çok yavaş ve garsonlar çok sevimsiz onun için çok acıkmadan oturmak, sabırlı olmak ve yanınızda yemek isimlerini anlatabilmek için bir özel sözlük bulundurmak çok işinize yarayabilir.<br /><br />Alışveriş sevenler için zeytinyağı, tekstil, özellikle deri çanta, peynir, yelpaze, seramikler ön planda. El Corte Ingles her yerde yaygın ve genelde oldukça çok çeşit sunuyor. Zara, Mango, Berskha ve diğerleri Türkiye’den genelde çok daha ucuz. Özellikle tax free alışveriş ile çok iyi fırsatlar yakalanıyor. Şehrin hemen yakınında Laz Rozas Village enteresan bir outlet.<br /><br />Gracias y AdiosAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155327218169976242005-11-23T23:12:00.000+02:002006-08-15T23:22:20.293+03:00ENDÜLÜS 2Geçen yazımda bu değişik yarımadayı ve yaşamını tanıtmaya başlamıştım; bu seferde onun güzel bazı şehirlerinden bahsetmek istiyorum. İlk durağımız Sevilla’dan hızlı tren ile Cordoba. Roma zamanında Guadalquivir nehri kıyısında gelişen bu şehir başkent görevini görmüş ama asıl çıkışını Mağribiler devrinde yaşamış. Çevreside tarihi eserler ile dolu bu şehrin eski şehir diyebileceğimzi kısmı asıl turistik kısmı. Tren istasyonundan 15-20 dk yürüyüş ile ulaşabildiğimiz bu bölümün ilk gezilecek yeri muhteşem cami<br />“Mezquita”. 8.yy da yapılan bu camiye 16.yy’da bir de katedral eklenmiş. Yaklaşık 90 metrelik çan kulesi, portakal ağaçları ile süslü bahçesi, iç yapıda bulunan yüzlerce kolonu ile gerçekten muhteşem bir yer. Çevresinde daracık bir çok Endülüs sokağı, hediyelik eşya satan dükkanlar ve tapasları ile ünlü restoranları olan caminin hemen önünden kalkan at arabaları ile 40-45 dakikalık bir tur yapma şansınız oluyor. Bu tur sırasında şehrin zaman içerisinde yenilenen dokuları arasında kaybolmuş, çeşitli medeniyetlere ait tapınak, kilise, ev ve diğer eserleri görmek mümkün. Bunlardan en güzellerinden biri de nehir üzerindeki tarihi Roma köprüsü, “Puerte Romano”.<br /><br />Mezquita çevresinde Çiçekli sokak, Sinagog, Saray ve meşhur matador El Cordobes’in mezarı ve onu öldüren boğanın derisinin de bulunduğu Boğa müzesi de diğer gezilecek yerler arasında. 10 km kadar merkezin dışında ise yüzyıllar evvel yok olmuş ama kalıntıları halen gözüken Medina al Zahara bulunmakta. Cordoba şehrine öğlen yemeğini kapsayacak şekilde yarım günden biraz daha fazla ayırmak yeterli ama bu tarihi şehrin havasını solumak isterseniz keyif size ait.<br /><br />Sevilla’dan 2 saatlik bir tren yolculuğu sizi Antalya benzeri bir şehir olan Malaga’ya getirmekte. İspanyolca ismi ile Costa Del Sol’un yani güneş sahilinin başkenti ilk izlenim olarak aslında pek hoş bir görüntü vermemekte. Ama istasyondan 15 dakikalık bir yolculuk sizi daha modern bir şehire getirmekte. Çok rahat yürüyerek gezinen bu şehirde bir günlük tur ile tamamını gezmek mümkün. Ana meydan olan Anameda Principal’den şehrin batısınına doğru yürümeye başladığınızda sol tarafınızda alışveriş ve yemek için en uygun cadde olan Larios kalıyor. Buradan geçip ileride oldukça güzel bir yapı olan Katedral’e ulaşılıyor. Katedralin biraz ilerisinde ise aslen Malaga doğumlu olan Picasso’nun müzesi ve ilerisinde ise Merced meydanı var. Bu civardaki dar sokaklarda alışveriş için enteresan yerler karşınıza çıkmakta.<br /><br />Meydandan Alcazabilla caddesine saptığınızda ise muhteşem bir yapı olan Alcazaba Surlarına ve hemen önünde 1950’lilerde keşfedilen Roma Tiyatrosunun kalıntısına ulaşıyorsunuz. Fakat Malaga’nın en güzel yeri bence muhteşem kalesi Gibralfaro; oldukça yüksek olan bu kalenin çıkışında eğer araç ile gidiyorsanız çok güzel evlerin ve kamu tarafından işletilen ve genelde tarihi eserlerin yakınında olan Paradorların birinin önünden geçiyorsunuz. İnişi ise yürüyerek yaparak çok güzel fotoğraflar çekmek mümkün. Özellikle evlerin arasında olan Arena çok muhteşem gözükmekte. Şehrin arenadan hemen sonrasında tüm sahili kilometrelerce plajdan oluşmakta.<br /><br />Malaga’nın en güzel yanı kiralayacağınız bir araç ile size çok değşik turlar yapma olanağı tanıması. A-7 Ronda Oesta otobanına çıtığınızda hemen ilk durağınız Torremolinos olacaktır. İspanya sahilleri 1970’lerden beri Kuzey Ülkeleri zenginlerinin emlak yatırımı yaptığı ve sıkça geldiği yerler. Torremolinos dan başlayan ve belki Cebelitarık’a kadar giden sahilde boş yer bulmak mümkün olmadığı gibi iç kesimlerde golf sahaları, site ve villalarla dolu.<br /><br />Devlet yolu ve otoban günün her saatinde yoğun ama belirli girişler ise devamlı tıkalı ve otobanlarda çok kaza olduğu için trafik sıkışmakta. Umarım şu günlerde ülkemizde başlayan emlak çılgınlığı bizi de bu hale getirmez diye düşünmeden geçemiyor insan. Bu ufak şehirlerin çoğu oldukça çirkin ve kalabalık ama istisnası ise Marbella. Ama bir tavsiyemiz oraya gitmeden yol üzerinden 2 yerde mola vermeniz;biri 227 nolu çıkıştaki Krokodil Parkı. Yaklaşık 300 kadar timsahın bulunduğu bu parkta bu inanılmaz hayvanları gerçekten çok deneyimli bir avcı / eğitmen eşliğinde tanımak mümkün hatta küçük sayılabilecek birini elinize alıp poz vermeniz de söz konusu. Parktaki en büyük timsah yaklaşık 4,5 metre boyunda ve yarım tondan daha ağır.<br /><br />Diğer ilginç durak ise 222 nolu çıkıştan ulaşabileceğiniz ve sizi yaklaşık 800 metreye taşıyacak teleferik. Trafiği aşıp Marbella’ya ulaştığınızda ise Avrupanın en lüks yerlerinden birinin karşıladığını kıyafetlerden, arabalardan ve teknelerden anlamanız mümkün. Özellikle Plaza de los Naranjos’da yiyeceğiniz bir gurme yemek sırasında İspanyolca dışındaki lisanları daha çok duyuyor olmak sizi şaşırtmamalı burası grçekten de İspanyolların çalışıp diğer Avrupa ülkerlerine mensup zenginlerin yaşadığı bir yer. Eğer golf meraklısı iseniz yakınlarda çok sayıda golf sahası bulunmakta. Eğer yola daha da devam ederseniz ve ingiliz vizeniz varsa ( biz bu ayrıntıyı öğrendiğimizde iş işten geçmişti) Cebelitarık’da hem efsanevi Kaya’yı (içinde sığınaklar ve savunma amaçlı mağaralar varmış) görmek hemde teleferik ile tepeden bir boğaz manzarası almak hatta zaman ayırmayı göze alırsanız balina turlarına katılmak mümkünmüş. Yol biraz daha ileride sizi feribot ile Afrika kıyılarına geçmenizi sağlayacak Algecerias’a ulaştıracaktır.<br /><br />Eğer Malaga’dan doğuya yani Costa del Almeira kısmına gitmek isterseniz hedefiniz bizim gitmediğimiz Nerja olmalı. Burası sahilleri, Avrupa’nın balkonları denen denize dik kayalıkları ve milyonlarca yıl önce oluşmuş ve eski insanlara da ev sahipliği yapmış mağaraları ile ünlü. Kilometrelerce uzunluktaki mağaraların turizme açık bölümlerini gezmek bir saat alıyormuş.<br /><br />Ve Endülüs’teki son durağımız ise yaklaşık 125 km ileride, Binbir Gece Masallarının esin kaynağı Al-Hamra’nın bulunduğu Granada. İspanya’nın kış sporu merkezlerininde bulunduğu Sierra Nevada dağları ile tanışacağımız bu yolculuk bizi aynı zamanda çeşitli Doğal Parklardan da geçirmekte. Çingeneleri ile ün salmış Granada sadece Al-hamra’dan oluşmamakta, şehrin içine eski bölüme girmeyi göz önüne aldığınız yol sizi bir zamanlar camiler ile dolu ama bugün daha çok avlulu evler yani carmenleri ile göz alan Albayzin’e de götürecektir. Gene eski şehirdeki Katedral’de özellikle Alhamra dan çok güzel gözükmekte. Evet nedir bu Al-Hamra’nın hikayesi? Kızıl tepe olarak bilenen bir yerde kurulu Al-Hamra gerçekten hem kapalı hemde açık mekanları ve manzarası ile büyüleyici.Binbir Gece masallarının bir kopyası ve sahipleri Nasır ailesi için yeryüzünde cenneti tanımlamak amacı ile yapılmış bu muhteşem eserin özellikle Casas Reales denem bölümü, kale kısmı muhteşem. Buraya giriş oldukça sıra beklemeyi gerektiriyor ve önceden BBVA bankası şubeleri aracılığı ile rezervasyon yapmak tavsiye edilir. Biz 30 dk kadar sıra bekleyerek gimeyi başardık. Saray bölümü belirli saatlerde günde 2-3 defa açılıyor onun için kendinizi buna göre ayarlamanız şart. İsteyenler için bu eserin hemen yanından bir parador otel mevcut. Alhamra nın bahçe ve tarlalrı ile ünlü olan kısmı ise Generalife isminde ve biraz daha ileride yer alıyor. Burada her yıl dans ve müzik festivalleride düzenlenmekte imiş. Endülüs ziyareti için en uygun mevsimlerin baharlar olduğunu hatırlatıp bu muhteşem kültür mozaği için mutlu seyahatlar dilerim.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155327151822470172005-11-23T23:11:00.000+02:002006-08-15T23:02:02.286+03:00SEVİLLA & ENDÜLÜSİspanya turumuza devam ediyoruz. Merak edenler için ispanya ismi Yunanca “Hispania”dan, bu kelimenin de etimolojik olarak “i-schephan-im” yani “çok uzaklardaki yer” anlamı ile Fenike’ceden geldiği düşünülmektedir. Madrid’de başlayan turumuz saatte ortalama 250 km hız yapan AVE treni ile bizi Avrupa’nın Anadolu benzeri bir kültür cennetine Endülüs’e taşımakta. Endülüs’ü gezmek sıradan bir Avrupa ülkesini gezmekten çok daha farklı bir duygu. Orada farklı bir şeyler yaşanmış olduğunu, farklı kültürlerden insanların geçmiş ve eserler bırakmış olduğunu görmemek, hissetmemek hemen hemen imkansızdır.<br /><br />Endülüs’ün tarihi belkide Avrupa’nın en eskilerindendir. İ.Ö den 25,000 yılında kalma resimler Nerja mağaralarında (bir bölümünü gezebeilirsiniz) kendini göstermektedir. Cadiz İ.Ö 1100 yıllarında kurulmuş belkide Avrupa’nın en eski şehirlerindendir. Bir çok medeniyet geçmiştir Endülüsten. Herodotos’a göre bugünde halen bulunamış efsanevi şehir Tartesus’un peşinden bugünki Malaga yakınlarına gelen Grekler, Fenikeliler, Gotlar’dan biraz dinsel sebepler ile ayrılan ve göçen Vizigotlar... Ama buraya damgasını vuran asıl Mağribiler olmuştur. Ziyad oğlu Tarık ‘ki adını Ceb-Ül-Tarık olarak bugunkü Cebelitarık’a vermiştir ve 700’lerin başından itibaren bu yöreye kimliğini kazandıran İslam uygarlığını başlatmıştır.<br /><br />1400’li yılların sonunda İspanyol imparatorluğu bu toprakları ele geçirmiş ve Keşifler çağını başlatmıştır.Yaklaşık 17.yy sonuna kadar ilk önce Sevilla daha sonra Cadiz ciddi şekilde büyümüşleridr. Daha sonra belkide 1980’lere kadar sürecek daha gösterişsiz bir dönem başlar bu topraklarda. 1980’lerden itibaren başlayan gelişme başta turizm ve hizmet, tarım sektörleri olmak üzere yaklaşık 9 milyonluk nüfusa tekrar hayat verir ve bugunkü konumuna getirir.<br /><br />Endülüs veya İspanyolcası ile Andalucia ( Andalu diye okunuyor) bir rivayete göre “vandalların diyarı” anlamına, bu ülkede kısa süre hüküm sürmüş Vandallardan diğer bir iddiaya göre ise Vizigotların toprak dağıtım felsefesinden “landahlauts” kelimesinden türemiştir.<br /><br />Endülüs aslından geniş ve değişken bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bir yanda Atlas okyanusundan balıkçılık ve denizcilik ağırlıklı Huelva, Cadiz gibi şehirler, bir yanda Sierra Nevada dağlık bölgesi, kayak merkezleri ve doğal parklar, öte yanda meyve, sebze diyarı Akdeniz kıyısında Almeria, alabildiğine turistik , golf sahaları ve villalarla dolu Costa Del Sol.<br /><br />Bölgenin en önemli şehirleri arasında Sevilla, Granada, Cordoba, Malaga, Cadiz, Jaen, Almeira, Algeciras yer almakta. Tüm bu şehirler düzgün otobanlar, oldukça yoğun trafikli ana ve tali yollar ve çoğu zaman da hızlı veya normal trenler ile birbirine bağlı durumda. En güney noktada Algeciras’tan feribot ile Afrika’ya, Tanca’ya geçmek de mümkün.<br /><br />Gene Endülüs yaşamına döndüğümüzde aklımıza hemen Boğa güreşi, Flamenko, tapas, Fiestalar, İspanyol şarapları gelmekte.<br /><br />Endülüs yaşamı İspanyollar için bile farklı hatta biraz hor görülmektedir. Özellikle Katalanlar ve Endülüsler arasında hayat bakış açısı oldukça farklıdır. Oldukça tutkulu, öfkesini ve duygusallığını göstermekten çekinmeyen, biraz kaba-saba, zaman zaman maço , konuşmayı hatta yüksek sesle konuşmayı seven, tembel sayılan, yemek ve içmeyi, çapkınlığı seven, zıtlıklardan hoşlanan ve zamanı önemsemeyen bir kültür olarak hala orta yaşlı ve ihtiyarlar benliklerini korumaktadırlar.<br /><br />Zaman aslında olmayan bir kavram sanki, her şey yavaş ve uzun saatler üzerine ve anın tadını çıkarmak mantığına kurulu. Hatta lisan bile ilginç, anlayabildiğimiz kadarı ile Akşam’ın bir kelime karşılığı yok. Saat 12 için sabah saat 12 anlamına gelen “las dolce de la manana” kullnılan bir yerde siestanın keyfini siz düşünün.<br /><br />Peki meşhur adetlerin kökenleri nedir; Boğa güreşinin temel kökeni Romalılar. Roma lejyonerlerinin dini olan Mitra dininde bir ritüel boğa kurban etme üzerine imiş. Bu doğrultuda gelişen kültürde bugün Plaza de Toros denen ama temelde Roma Arena’sı ile aynı mantıkta yapılan alanlarda bu sanat özellikle Ronda ve civarında gelişmeye başlamış. Araplar döneminde Arap atları ile Boğaların rekabeti de özellikle bugun hala yapılan Boğa koşularının temelini atmışa benziyor. Bugün iyi bir matadorun 100,000 Euro’dan fazla günlük kazancı olabilir. Nisan ve Ekim arası genelde haftasonları yapılan güreşler gerçek bir ritüel. Bu arada Boğa güreşi ile ilgili her müzede tanıtılan efsanevi bir matadordan bahsetmeden geçmemek lazım. Manuel Benitez, bilinen takma adı ile El Cordobes, şan ve zafer dolu bir yaşamın ardından 1947’de bir güreş sırasında Boğa tarafından öldürülmüş.<br /><br />Diğer bir gelenek ise Flamenko; kökeni 16-17.yy’da Endülüste yaşayan çingenelerin “juerga” denen eğlence şekillerine dayanıyor. İlgilenenler için çingenelerin (orjinali galiba Farsça çalgı çalan, dans eden anlamına gelmekte) kökenleri 11.yy’da Hindistan’a dayanmakta. Gazneliler ve 2-3 yy sonra Timurlenk tarafından göçe zorlanan bu toplum İber yarımadasına gelmiş. Sadece müzik değil, lirikler, dans ve hatta duruş ve yaşantıya yansıyan bir felsefeyi başlatacak olan çingenelerin ilk yerleşim yerlerinden biri de Granada şehrindeki Albayzin mağaraları. Granada gezinizde mutlaka görün.<br /><br />Peki gezmeye nereden başlayalım? Tabii muhteşem başkent Sevilla’dan. Eski Romalıların Betis dedikleri daha sonra ise “Büyük Su Yolu anlamına gelen Guadalquivir nehri boyunca uzanan, Keşifler çağının altın şehri ve 1992 Expo ile tekrar itibarını kazanan, çapkınlığı ile dillere destan (aslında Madrid yakınında yaşadığı bilinen bir Kont olan) Don Juan’ın, baştan çıkaran, yürek yakan Carmen’in yaşadığı, Kristof Kolomb’un seferlerine çıktığı ve mezarının bulunduğu ve Don Kişotun yazıldığı Sevilla. Madrid’den hızlı tren ile 2,5 saat yada uçal ile geldiğimzi bu şehir gezmesi en zevkli şehirlerden biri.<br /><br />Şehrin 2 temel simgesinden biri Torre Del Oro (Altın Kule) diğeri ise Sevilla Katedrali. İlki nehir turlarınında yapıldığı ve zamanında savunma amaçlı yapılmış bir kule. Şehrin “El Arenal” denen ve zamanında denizcilik merkezi olan yerde. Gene bu bölgede güzel bir boğa güreşi arenası, Magdenala Kilisesi, Güzel Sanatlar Müzesi, Opera binası bulunmakta.<br /><br />Katedral ve çan kulesi “La Giralda” ise eski şehir diyebileceğimiz Santa Cruz bölümünde bulunmakta. At arabası veya yürüyerek gezebileceğiniz bu bölümde Real Alcazar Sarayı, Sevilla Katedrali ve La Giralda ( aslı aslında Araplardan kalan bir minare ama şimdi bir çan kulesi görünümünde ve tırmanılarak kuşbakışı bir Sevilla manzarası görülebilir)bulunmakta. Buradan kısa bir yürüyüş ile dar ama hoş sokaklardan restoran ve alışveriş imkanlarının olduğu kısımlara ulaşılabilir.<br /><br />Sevilla’da mutlaka görmeniz gereken bir yer ispanyol Meydanı ve Maria Luisa parkı. İspanyol meydanının hemen yanında ise keşiflerden özellikle Amerika’dan gelen bazı eşyaların sergilendiği binalarında olduğu Amerika meydanı var. Biraz ileride Sevilla’nın lüks ve efsanevi oteli Alfonso VIII ve eskiden Carmen’in çalıştığı tütün fabrikasının<br />yerinde ise Üniversite bulunmakta.<br /><br />Nehrin karşı kıyısına geçtğinizde eskiden çingenelerin yaşadığı, daracık ve hoş sokakları ve kendine özgü havası ile Triana var. Zamanında ünlü flamenkocuları, boğa güreşçilerinin yetiştiği ve seramik sanatı ile de ünlü bu kısım bugün barları ve karşı kıyıdan şehire bakma şansı veren romantik restoranları mesela Bar el Puerto ile de ünlü. Biraz daha ilerinde Expo 92 ile hayat bulan Cartuja adası var. Burada omnimax sinema, temalı eğlence parkı, güzel roller coasterleri olan “Isla Magica” , alışveriş alanı, müzeler gibi seçenekler bulunmakta.<br /><br />Sevilla’da yaşam oldukça rahat; çok sayıda öğünde çok sayıda değişik yemek tadmanız mümkün. Tabii ki en ünlüsü sabah için tost ekmeği üzerinde nefis bir zeytinyağı ile Tostada Con Aceite, İber jambonu, Churros, tortilla, domuz sosisi Salchichon. Öğlenleri ve akşamları ise mutlaka Fritura de Pescados ( karışı deniz ürünleri tabağı),Albondigas, tuzlu balık Pescado a la sal...Genelde 20-30 euro arası güzel bir yemk mümkün, 1-1,5 euro civarında ise kahve içilebiliyor. Kahvenin içine koyan süt oranına göre değişik isimler aldığını unutmamanız gerek. Sade kahve “solo”, sütlü kahve ise “cafe con leche”. Mutlaka sherry yani tatlı şaraplardan içmenizi öneririm. “Fino” diye bilinen bu şaraplarda yaklaşık yüzde onbeş alkol var. Mesela Solera ve la Ina iyi markalar arasında. Şaraplar zaten meşhur ama denenebilecek biralar arasında Cruz Campo ve San Miguel var. Alışveriş için özellikle deri, ayakkabı, hediyelik çeşitleri hem bol hem Türkiye’ye göre oldukça ucuz. 90 euro’yı geçtğinizde %16 oranından başlayıp azalan miktarlarda vergi iadesi alıyorsunuz, fiyatları buna göre karşılaştırın.<br /><br />Sevilla dan günübirlik hızlı trenle gidilecek en güzel seçeneklerden biri tarihi Cordoba. Yazı daha fazla uzamasın diye Granada, Malaga, Marbella ve Cordobayı gelecek hafta anlatacağım.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155539175027168362005-06-15T10:05:00.000+03:002006-08-15T23:25:17.173+03:00AVRUPA BİRLİĞİNİN MERKEZİ BELÇİKAAvrupa’da tercihen yazın 3-4 günlük seyahetlerinizden birini yapabileceğiniz enteresan üklerden biri Belçika; ama sebebi bu küçük ülkenin hem Nato hem AB’ye ev sahipliği yapıyor olması değil, nefis biraları, midye ve patatesleri, çikolata ve waffle’rı...<br /><br />Yaklaşık 10 milyon kişinin yaşadığı ülke yılda çoğunluğu iş amaçlı olmak üzere 6 milyon civarında ziyaretçi çekiyor. Tarihi İ.Ö 60 yıllarına kadar giden Belçika da Brüksel’de yaklaşık 1000 senelik bir geçmişe sahip. Uzun süreler pamuk ticaretinin merkezi durumunda olan Belçika’da 1829’da kendi çapında bir devrim yaşamış. Flamanlar ve Wallonlar arasındaki bölünme özellikle 20.yy’da daha da netleşmiş ki bugun Brüksel dışındaki her yerde gerek lisan gerekse milliyetçi bakış farklılığı hemen hissedilebiliyor.<br /><br />Her iki dünya savaşında da Almanlar tarafından işgal edilen Belçika 1967’de Nato ve 1958’de Avrupa Ekonomik Topluluğu merkezi olarak tanımlandı. Ayrıca futbolseverler 1985 Heysel stadyumu faciasını da hatırlarlar.<br /><br />Belçika’nin iki önemli şehri başkent Brüksel ile ortaçağdan kalmış nefis Brugge. Brüksel gerek yaya gerekse metro ve tramvay ile gayet rahat gezilen bir şehir. Şehri iki bölüm olarak düşünebilirsiniz, daha tarihsel ve fakir olan ve Büyük Meydanı (Grand Palace) çevresini, Avrupa’nin en eski alışveriş merkei Galeries St Hubert ve çevresindeki bizim Kumkapı ya da Nevizade benzeri restoranların olduğu alanı kapsayan gezmesi oldukça zevkli bölüm. Bir de tarihsel olarak Fransızca konuşan arsitokratların yaşamış olduğu Gotik kiliseleri, Kraliyet Sarayı, Parkların ve AB Binalarının bulunduğu bölüm.<br /><br />Yürüyerek çok rahat gezilse de metro da eğer haritasını iyi yorumlayabilirseniz tramvay ile birlikte rahat bir ulaşım seçeneği sunuyor. Taksi ise Avrupa’nın en pahalılarından biri.<br /><br />2 günlük Brüksel gezisinde görmeniz gereken yerler kesinlikle Büyük Meydan ve Çevresi, Küçük İşeyen Çocuk ya da bilinen adı ile Manneken Pis, Borsa Binası, Çizgi Roman Müzesi (Centre Belge de la Bande Dessinee )ki özellikle Ten Ten, Red Kit hayranı iseniz, Galeries St Hubert, Halles St-Gery ve Quartier Marolles sokakları, Enstürmanlar Müzesi ya da en azından binası, Kraliyet Sarayı, Grand Sablon Meydanı (Nişantası havasında bir yer), Leopold ve Cinquantenaire parkları, AB Parlemento Binası “les Caprices des Dieux”, Palais de Justice binası, St Michel et Gudule Katedrali, biraz uzağa gitmek isterseniz Ünlü Mimar Horta’nın müzesi, Bruparck ( Eğlence parkı), The Atomium heykeli, 300 küçültülmüş modelin yer aldığı Mini Avrupa gezi alanı olarak sayılabilir.<br /><br />Büyük Meydanın hikayesi 11 yüzyıla kadar dayanmakta;meydan çevresindeki evlerden Le Pigeon Victor Hugo'ya ev sahipliği yapmış. Gene devasa kulesi ile Hotel De Ville 14.yüzyıla dayanmakta.Manneken Pis'in hikayesi ise farklı şekillerde anlatılmaktadır. Bu küçük işeyen çocuğun bir asilzadenin oğlu olduğu ve 12.yy'da bir savaşın ortasında bir ağaca işerken görüldüğü için bu heykelin yapıldığı yani bir cesaret anıtı olduğu da en çok kabul gören hikayelerden denebilir.<br /><br />Bir saatlik bir tren yolculuğunu göze alırsanız Avrupa'nın en muhteşem şehirlerinden Brugges'e ulaşabilirsiniz. Bir zamanlar Avrupa'nın en büyük ikinci limanı olan ve pamuk ticaretinin merkezi olan bu şehir tüm savaşlara ve tarihsel gelişimlere rağmen hala bir ortaçağ şehir görüntüsü korumaktadır. Ortaçağ kıafetli insanlar ya da şövalyelerin her an bir yerlerden çıkacağı izlenimini veren bu şehir aynı zamanda küçük bir Venedik; etrafı kanallarla çevrili olan Brugges’de yarım saatlik bir tekne turu size inanılmaz duygular yaşatabilir. Brüksel gibi Brugges'de ağırlıklı olarak bir meydanı kendine ana merkez seçmiş. Pazar yeri tabir edilen bu alanın çevresinde bir çok lokanta ve 13'yy dan kalma yaklaşık 60 metre yüksekliğinde kulesi ile Belfort Tower yer almakta. Çok çeşitli müzelerinde yer aldığı Brugges'den kısa bir yolculuk ile denize de ulaşabilirsiniz.<br /><br />Alışveriş meraklıları için Brüksel’de tek seçenek Adolphie Max Laan Bulvarı ve özellike City 2 ve Inno çok katlı mağazaları. Alışveriş açısından Belçika kaliteli ürünlerde Türkiye ile hemen hemen aynı hatta zaman zaman daha ucuz fiyatlar sunmakta. Tekstil ürünlerinde dahi markalarda fiyatlar Türkiye'den ucuz; özellike TemmUz ayı indirim ayı ve yüzde ellilere varan indirimler yakalamak mümkün.<br /><br /><br />Belçikanın size sunduğu önemli bir unsur da iştah açıcı yiyecek ve içecekleri. Şehrin her yanında biribirinde lezzetli ürünler sunan waffle ve çikolata satıcılarından kaçış yok gibi bir şey. Farklı mutfakları sunan ve her türlü bütçeye uyan restoranlarda özellikle deniz ürünleri, midye, karides, istakoz, kuzey denizi balıkları, somon, et yemeklerinden Carbonnades Flamandes, tavşan, çeşitli soslarla ile kümes hayvanları ve domuz pateleri, patates kızartma (Bu arada French Fries isminin aslında 2.Dünya savaşında kendilerini Fransa’da sanan ABD askerlerinin verdiği isim olduğu rivayet ediliyor), tatlılardan tarte tatin ve krem karamel denenmesinde yarar olan yemekler. Bu arada porsiyonlar oldukça büyük geliyor ona göre sipariş etmek de yarar var. Genelde kişi başı 15-50 Euro arasında içkili yemek yemek mümkün.<br /><br />Belçika çikolataları da dünyca meşhur;1880'lerde glişen bu sektör özellikle Kongo'nun sömürge olması ile kakao üretiminin yoğun şekilde yapılması ile yaklaşık %70 oranında kako oranı ile çikolata üretilmesi ve Godiva, Neuhaus , Leonidas gibi ülkemizde de bilinen global lüks çikolata markalarının oluşmasını sağlamış.<br /><br />Belçika'nın diğer bir özelliği ise farklı bardakları ile sunulan inanılmaz sayıdaki kaliteli bira çeşitleri . 400 farklı bira üretilen Belçika'da ortalama bir kişi senede 100 litre bira içmekte. Chimay gibi Trappist tabir edilen ve manastırlarda tarafından üretine biralardan Lambik tabir edilen ve şişilendikten sonra 2 sene saklanarak sunulan ve özellikle meyvalı çeşitleri ünlü olan biralara, açık renkli Blanche tabir edilen daha düşük alkolli mesela Hoegaarden gibi biralara, ve yüksek alkollü ve çok farklı içim zevkleri sunan Leffke, Kwak, Brugse Triple , Duvel gibi çok farklı tadlara ulaşmanız mümkündür.<br /><br />Kısaca adı çok duyulmasa uzun bir haftasonu keyifli bir tatil ve çok değişik ağız tatları için Belçika'da listenizde bulunması gereken bir Avrupa ülkesi.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-32165676.post-1155303607844677432005-03-23T16:38:00.000+02:002006-08-15T23:26:28.400+03:00SOYLU VE KOZMOPOLİT LONDRAGüzel bir ilkbahar gününde Londra sokaklarında yapacağınız yaklaşık 10 dakikalık bir tur sırasında yüzden fazla lisan konuşan, türlü rk, din ve ülkeye ait insanları, şehrin o hafif eski ve muhafazakar tmosferinde gördüğünüzde gerçekten “üzerinde güneş batmayan bir krallığın” topraklarında olduğunuzu düşünebilirsiniz.<br /><br />Yaklaşık İstanbul büyükliğü ve kalabalıklığında olan Londra’yı ilkbaharda gezmenizi ve hakkını vermek için bir hafta ayırmanızı tavsiye ederim. 5-20 derece arası değişecek ve bazı günler iç karartan bazı günlerde insanı canlandıran havası ile Avrupa’nın en heyecan verici ve tabiiki pahalı şehirlerinden biri olan Londra her türlü merakı giderecek güzelliklere sahip. Sanat, spor, eğlence, tarih, alışveriş, ilginç müze ve sergiler, alışveriş, yemek-içme, konferans ve sergiler şehirde 365 gün devam etmekte.<br /><br />Bugünlerde Heatrow havalimanından şehrin merkezine ulaşmak yaklaşık bir saatlik bir şehir gezisi anlamına gelmekte. Şehrin bir çok yerini gezmenizi sağlayan üstü açık otobüslerin uzun yıllardır değişmeyen orjinal rotaları bugun şehirin ancak belirli bir kısmını kapsamakta. Şehir yeni projeler ile Thames nehrinin içerilerine ve kıyılarına doğru büyümekte. 2000 yılında açılan Millenium Dome, yeni eğlence merkezi Canary Wharf, finans ve konfernas merkezi ve yerleşim birimlerinden oluşan Doklands& Greenwhich(Burası aynı zamanda dünyaca ünlü zaman ayarını sağlayan Greenwhich Observatory ve Ulusal Denizcilik Müzesinin olduğu yer) buna örnek.Bu arada Londra New york ile birlikte 2012 Olimpiyatlarının ciddi adayları arasında.<br /><br />Şehri, özellikle tarihi bölümlerini gezmeye başlamak için iyi bir nokta “London Tower ve Tower Bridge” olabilir. Yaklaşık 20 farklı kuleden oluşan ve 11.yüzyıldan kalma bu eski kale ve 19yy’dan kalma muhteşem köprü size Londra’nın tarihi yapısını biraz olsun anlatabilir. London Tower zamanının kalesi olmak dışında bizim Topkapı gibi Kraliyet Hazinesinin sergilendiği ve uzun yıllarda ünlü konuklarına hapishane olarak hizmet etmiş bir yapı. Köprünün London Tower’a yakın kısmında eskiden çok önemli bir ticaret merkezi olan ve en eski halinde bir hastahane olan St Katharina dokları var. Bugun burada bir marina, “Thistle Tower” oteli, bar ve restoranlar var. Burada duvarda Londra’nın Thames nehri kıyısındaki gelişmesini de resimler ile izleyebilirsiniz.<br /><br />Köprüyü geçtikten sonra sağ kolda camlı Belediye Binası ve nehrin kenarından devam eden yaya yolunu izlemenizi öneririm. Southwark denen ve zamanından kumar ve fuhuş merkezi olan bu yörede bugün çok canli bir merkez konumunda. Sağ kolda nehir üzerinden yaklaşık 90,000 tonluk, 2.dünya savaşından kalma zırhlı, “Belfast” gemisini gezebilirsiniz. Biraz daha ileride 17. ve 18. yzüyılıın en canlı yerlerinden biri olan “Hay’s Galeria’nın” modern halini göreceksiniz. Bar, cafe ve dükkanlardan kurulu bu mekanın içerisinden geçerek caddeye çıktığında “London Tower” metro istasyonuna yaklaşırken sol kolda iki tane enteresan müze var; biri “Savaş Müzesi” diğeri “London Dungeon” ismin de şehrin veba salgını, Londra yangını, karıneşen Jack gibi karanlık yönlerini bayağı görsel ve interaktif sunan bir müze. Buradan yola devam edersek nehir yanında the “Tate” ve “Shakespeare’s Global Theather” de oluşan sanat galerilerini ve tiyatroya oradan “Bankside” boyunca devam ederek “Millenium” ve “Waterloo” köprülerini geçerek devasa bir dönme dolap olan ve yaklaşık 135 metre yüksekliğinde ve 30 dakika süren bir tur atabileceğiniz “London Eye” ve deniz müzesi “Aquarium’a” ulaşabiliriz. Bu noktada Westminster köprüsünden karşıya geçerek Londra’nın başkent olarak hayati fonksiyonlarını sürdüğü bölüme geçebilirsiniz. Burada “Parlamento binası, Big ben, Westminster Hall ve Başbakan’ın ikamet ettiği Downing” caddesini görmek mümkün. Bir miktar daha yürüyüş ile Buckingham sarayına ulaşabiliyorsunuz. Bu arada bir çok müzede çok ciddi sıra oluyor. Bu açıdan şehirde bir çok noktada satılan Hızlı Giriş Kartlarını almakta yarar var.<br /><br />Londra’nın diğer enteresan yerleri arasında “The City ya da Square Mile” olarak tanımlanan ve eski yerleşim yeri olan, 1666 Büyük Londra yangınında ciddi zarar görmüş olan “Londra Müzesi”, “St Paul” Katedrali ve Borsanın olduğu alan, nehir kenarında ve hoş bir alışveriş caddesi ile gelişmiş olan “Chelsea”, daha lokal bir şehir manzarası sunan “Hampstead”, “Science ve National History” müzelerinin bulunduğu ve Hyde park kıyısından geçen yolu ile oldukça güzel bir semt olan “Kensington”, zenginlerin oturduğu “Mayfair”, “West End” olarak da bilinene Trafalgar ve Piccadily Meydanı, eğlence yerlerinin yoğun olduğu “Covent Garden ve Soho”dan oluşan bölüm , tiyatro ve müzikaller için “Barbarican, Hammersmith, Earl’s Court” sayılabilir. Bütün bu noktaları gezmek için üstü açık şehir turlarını, çok geniş bir alanı kapsayan otobüs ve metroyu kullanabilir ya da rahatça yürüyebilirsiniz. Taxi şehrin içerisinde çok tercih edilecek bir araç değil çünkü trafik çok yoğun. Araba kiralamayı ise pek tavsiye etmiyorum, farklı trafik akışına alışmak kısa bir kalış sırasında oldukça zor. Tabii biraz yeşillik isterseniz “Hyde park, Regent Park, Kensington park ve Londra Hayvanat Bahçesi” güzel kaçış noktaları olabilir. Bir de tabii efsanevi Madame Tussaud Balmumu Müzesi de ilginç bir nokta.<br /><br />Alışveriş meraklıları için Londra pahalı ama çok güzel olanaklar sunuyor. “4000 kişinin çalıştığı ve laeydi Diana’nın ölürken beraber olduğu sevgilisinin ailesine ait Harrods, Debenham, Marks & Spencer, Selfridges, Harvey Nichols, Liberty, HMV, Virgin, Dixon’s, Boots” gibi zincirlerin yanısıra tüm ünlü markaların dükkanları da yer almakta. Bu arada Avrupa’nın en büyük kitapevlerinden “Stonewater’s” ı da mutlaka tavsiye ediyorum. Bond, Oxford ve Regent caddeleri çok güzel dükkanlar ile dolu.<br /><br />Yemek için tercih edebileceğiniz çok sayıda farklı mutfak var genedel 25-50 Sterlin civarından kaliteli yemek yemek mümkün.<br /><br />Kısaca Londra size her türlü eğlence olanağı sunan, pahalı, tarihi ama modern, kalabalık ve oldukça değişken havalı bir metropol. Zaman bulabilirseniz şehrin dışında Oxford, Cambridge üniversite şehirlerini hatta yaklaşık 5000 yıllık geçmişe sahip Stonehenge’a kadar gitmek mümkün ya da Manş kanalı veya tünel ile Fransa’ya hızlı tren turu yapılabilir. Ayrıca katedarli ile ünlü Canterbury, Londra’nın sahil sayfiyesi Brighton, adını mutlaka duymuş olduğunuz Windsor Kalesi hemen yakınlarınızda.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/05149046395062279946noreply@blogger.com0