23 Kasım 2005

SEVİLLA & ENDÜLÜS

İspanya turumuza devam ediyoruz. Merak edenler için ispanya ismi Yunanca “Hispania”dan, bu kelimenin de etimolojik olarak “i-schephan-im” yani “çok uzaklardaki yer” anlamı ile Fenike’ceden geldiği düşünülmektedir. Madrid’de başlayan turumuz saatte ortalama 250 km hız yapan AVE treni ile bizi Avrupa’nın Anadolu benzeri bir kültür cennetine Endülüs’e taşımakta. Endülüs’ü gezmek sıradan bir Avrupa ülkesini gezmekten çok daha farklı bir duygu. Orada farklı bir şeyler yaşanmış olduğunu, farklı kültürlerden insanların geçmiş ve eserler bırakmış olduğunu görmemek, hissetmemek hemen hemen imkansızdır.

Endülüs’ün tarihi belkide Avrupa’nın en eskilerindendir. İ.Ö den 25,000 yılında kalma resimler Nerja mağaralarında (bir bölümünü gezebeilirsiniz) kendini göstermektedir. Cadiz İ.Ö 1100 yıllarında kurulmuş belkide Avrupa’nın en eski şehirlerindendir. Bir çok medeniyet geçmiştir Endülüsten. Herodotos’a göre bugünde halen bulunamış efsanevi şehir Tartesus’un peşinden bugünki Malaga yakınlarına gelen Grekler, Fenikeliler, Gotlar’dan biraz dinsel sebepler ile ayrılan ve göçen Vizigotlar... Ama buraya damgasını vuran asıl Mağribiler olmuştur. Ziyad oğlu Tarık ‘ki adını Ceb-Ül-Tarık olarak bugunkü Cebelitarık’a vermiştir ve 700’lerin başından itibaren bu yöreye kimliğini kazandıran İslam uygarlığını başlatmıştır.

1400’li yılların sonunda İspanyol imparatorluğu bu toprakları ele geçirmiş ve Keşifler çağını başlatmıştır.Yaklaşık 17.yy sonuna kadar ilk önce Sevilla daha sonra Cadiz ciddi şekilde büyümüşleridr. Daha sonra belkide 1980’lere kadar sürecek daha gösterişsiz bir dönem başlar bu topraklarda. 1980’lerden itibaren başlayan gelişme başta turizm ve hizmet, tarım sektörleri olmak üzere yaklaşık 9 milyonluk nüfusa tekrar hayat verir ve bugunkü konumuna getirir.

Endülüs veya İspanyolcası ile Andalucia ( Andalu diye okunuyor) bir rivayete göre “vandalların diyarı” anlamına, bu ülkede kısa süre hüküm sürmüş Vandallardan diğer bir iddiaya göre ise Vizigotların toprak dağıtım felsefesinden “landahlauts” kelimesinden türemiştir.

Endülüs aslından geniş ve değişken bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bir yanda Atlas okyanusundan balıkçılık ve denizcilik ağırlıklı Huelva, Cadiz gibi şehirler, bir yanda Sierra Nevada dağlık bölgesi, kayak merkezleri ve doğal parklar, öte yanda meyve, sebze diyarı Akdeniz kıyısında Almeria, alabildiğine turistik , golf sahaları ve villalarla dolu Costa Del Sol.

Bölgenin en önemli şehirleri arasında Sevilla, Granada, Cordoba, Malaga, Cadiz, Jaen, Almeira, Algeciras yer almakta. Tüm bu şehirler düzgün otobanlar, oldukça yoğun trafikli ana ve tali yollar ve çoğu zaman da hızlı veya normal trenler ile birbirine bağlı durumda. En güney noktada Algeciras’tan feribot ile Afrika’ya, Tanca’ya geçmek de mümkün.

Gene Endülüs yaşamına döndüğümüzde aklımıza hemen Boğa güreşi, Flamenko, tapas, Fiestalar, İspanyol şarapları gelmekte.

Endülüs yaşamı İspanyollar için bile farklı hatta biraz hor görülmektedir. Özellikle Katalanlar ve Endülüsler arasında hayat bakış açısı oldukça farklıdır. Oldukça tutkulu, öfkesini ve duygusallığını göstermekten çekinmeyen, biraz kaba-saba, zaman zaman maço , konuşmayı hatta yüksek sesle konuşmayı seven, tembel sayılan, yemek ve içmeyi, çapkınlığı seven, zıtlıklardan hoşlanan ve zamanı önemsemeyen bir kültür olarak hala orta yaşlı ve ihtiyarlar benliklerini korumaktadırlar.

Zaman aslında olmayan bir kavram sanki, her şey yavaş ve uzun saatler üzerine ve anın tadını çıkarmak mantığına kurulu. Hatta lisan bile ilginç, anlayabildiğimiz kadarı ile Akşam’ın bir kelime karşılığı yok. Saat 12 için sabah saat 12 anlamına gelen “las dolce de la manana” kullnılan bir yerde siestanın keyfini siz düşünün.

Peki meşhur adetlerin kökenleri nedir; Boğa güreşinin temel kökeni Romalılar. Roma lejyonerlerinin dini olan Mitra dininde bir ritüel boğa kurban etme üzerine imiş. Bu doğrultuda gelişen kültürde bugün Plaza de Toros denen ama temelde Roma Arena’sı ile aynı mantıkta yapılan alanlarda bu sanat özellikle Ronda ve civarında gelişmeye başlamış. Araplar döneminde Arap atları ile Boğaların rekabeti de özellikle bugun hala yapılan Boğa koşularının temelini atmışa benziyor. Bugün iyi bir matadorun 100,000 Euro’dan fazla günlük kazancı olabilir. Nisan ve Ekim arası genelde haftasonları yapılan güreşler gerçek bir ritüel. Bu arada Boğa güreşi ile ilgili her müzede tanıtılan efsanevi bir matadordan bahsetmeden geçmemek lazım. Manuel Benitez, bilinen takma adı ile El Cordobes, şan ve zafer dolu bir yaşamın ardından 1947’de bir güreş sırasında Boğa tarafından öldürülmüş.

Diğer bir gelenek ise Flamenko; kökeni 16-17.yy’da Endülüste yaşayan çingenelerin “juerga” denen eğlence şekillerine dayanıyor. İlgilenenler için çingenelerin (orjinali galiba Farsça çalgı çalan, dans eden anlamına gelmekte) kökenleri 11.yy’da Hindistan’a dayanmakta. Gazneliler ve 2-3 yy sonra Timurlenk tarafından göçe zorlanan bu toplum İber yarımadasına gelmiş. Sadece müzik değil, lirikler, dans ve hatta duruş ve yaşantıya yansıyan bir felsefeyi başlatacak olan çingenelerin ilk yerleşim yerlerinden biri de Granada şehrindeki Albayzin mağaraları. Granada gezinizde mutlaka görün.

Peki gezmeye nereden başlayalım? Tabii muhteşem başkent Sevilla’dan. Eski Romalıların Betis dedikleri daha sonra ise “Büyük Su Yolu anlamına gelen Guadalquivir nehri boyunca uzanan, Keşifler çağının altın şehri ve 1992 Expo ile tekrar itibarını kazanan, çapkınlığı ile dillere destan (aslında Madrid yakınında yaşadığı bilinen bir Kont olan) Don Juan’ın, baştan çıkaran, yürek yakan Carmen’in yaşadığı, Kristof Kolomb’un seferlerine çıktığı ve mezarının bulunduğu ve Don Kişotun yazıldığı Sevilla. Madrid’den hızlı tren ile 2,5 saat yada uçal ile geldiğimzi bu şehir gezmesi en zevkli şehirlerden biri.

Şehrin 2 temel simgesinden biri Torre Del Oro (Altın Kule) diğeri ise Sevilla Katedrali. İlki nehir turlarınında yapıldığı ve zamanında savunma amaçlı yapılmış bir kule. Şehrin “El Arenal” denen ve zamanında denizcilik merkezi olan yerde. Gene bu bölgede güzel bir boğa güreşi arenası, Magdenala Kilisesi, Güzel Sanatlar Müzesi, Opera binası bulunmakta.

Katedral ve çan kulesi “La Giralda” ise eski şehir diyebileceğimiz Santa Cruz bölümünde bulunmakta. At arabası veya yürüyerek gezebileceğiniz bu bölümde Real Alcazar Sarayı, Sevilla Katedrali ve La Giralda ( aslı aslında Araplardan kalan bir minare ama şimdi bir çan kulesi görünümünde ve tırmanılarak kuşbakışı bir Sevilla manzarası görülebilir)bulunmakta. Buradan kısa bir yürüyüş ile dar ama hoş sokaklardan restoran ve alışveriş imkanlarının olduğu kısımlara ulaşılabilir.

Sevilla’da mutlaka görmeniz gereken bir yer ispanyol Meydanı ve Maria Luisa parkı. İspanyol meydanının hemen yanında ise keşiflerden özellikle Amerika’dan gelen bazı eşyaların sergilendiği binalarında olduğu Amerika meydanı var. Biraz ileride Sevilla’nın lüks ve efsanevi oteli Alfonso VIII ve eskiden Carmen’in çalıştığı tütün fabrikasının
yerinde ise Üniversite bulunmakta.

Nehrin karşı kıyısına geçtğinizde eskiden çingenelerin yaşadığı, daracık ve hoş sokakları ve kendine özgü havası ile Triana var. Zamanında ünlü flamenkocuları, boğa güreşçilerinin yetiştiği ve seramik sanatı ile de ünlü bu kısım bugün barları ve karşı kıyıdan şehire bakma şansı veren romantik restoranları mesela Bar el Puerto ile de ünlü. Biraz daha ilerinde Expo 92 ile hayat bulan Cartuja adası var. Burada omnimax sinema, temalı eğlence parkı, güzel roller coasterleri olan “Isla Magica” , alışveriş alanı, müzeler gibi seçenekler bulunmakta.

Sevilla’da yaşam oldukça rahat; çok sayıda öğünde çok sayıda değişik yemek tadmanız mümkün. Tabii ki en ünlüsü sabah için tost ekmeği üzerinde nefis bir zeytinyağı ile Tostada Con Aceite, İber jambonu, Churros, tortilla, domuz sosisi Salchichon. Öğlenleri ve akşamları ise mutlaka Fritura de Pescados ( karışı deniz ürünleri tabağı),Albondigas, tuzlu balık Pescado a la sal...Genelde 20-30 euro arası güzel bir yemk mümkün, 1-1,5 euro civarında ise kahve içilebiliyor. Kahvenin içine koyan süt oranına göre değişik isimler aldığını unutmamanız gerek. Sade kahve “solo”, sütlü kahve ise “cafe con leche”. Mutlaka sherry yani tatlı şaraplardan içmenizi öneririm. “Fino” diye bilinen bu şaraplarda yaklaşık yüzde onbeş alkol var. Mesela Solera ve la Ina iyi markalar arasında. Şaraplar zaten meşhur ama denenebilecek biralar arasında Cruz Campo ve San Miguel var. Alışveriş için özellikle deri, ayakkabı, hediyelik çeşitleri hem bol hem Türkiye’ye göre oldukça ucuz. 90 euro’yı geçtğinizde %16 oranından başlayıp azalan miktarlarda vergi iadesi alıyorsunuz, fiyatları buna göre karşılaştırın.

Sevilla dan günübirlik hızlı trenle gidilecek en güzel seçeneklerden biri tarihi Cordoba. Yazı daha fazla uzamasın diye Granada, Malaga, Marbella ve Cordobayı gelecek hafta anlatacağım.

Hiç yorum yok: