15 Ağustos 2006

BRASOV’DA KAYAK




Bulgaristan ve Romanya sadece Türk girişimcileri için değil Türk kayakçılar içinde ciddi birer hedef ülke haline geldiler. Bu sene Romanya yaklaşık 3000 Türk turist ile tam bir akın yaşamış durumda. Bunun tabii en önemli nedeni bu ülkenin ucuzluğu.

Romanya’da çeşitli kayak alternatifleri var. Benim tercihim Poiana Brasov oldu. Brasov Bükreş havalimanına yaklaşık 170 km uzakta ve ülkenin 3. büyük şehri. Yaklaşık nüfus 500,000 civarında. Ulaşım 45-50 dk uçak ve 3-4 saat arası otobüs yolculuğu ile sağlanıyor. Otobüs kısmının uzunluğunun ana sebebi sadece yollar değil inanılmaz katı trafik kuralları.

Braşov Karpatlar tarafından çevrilmiş durumda ve ana gelir kaynağı turizm. Poiana Brasov yani Brasov’un yaylası çevredeki kayak merkezleri arasında en büyüğü. Şehrin kendisinde ilgi çekici olarak Belediye meydanı, dükkanların olduğu yaya caddesi, kiliseler ve Şarap mahzeni yer alıyor. İlgi çekici yerlerden biri ise mesafeli olmakla beraber Bran kalesi. 14.yy da yapılan bir kalenin önemli olmasına sağlayan aslından pek de gerçekçi olmayan Drakula efsanesi. 199.yyda Bram Stroker tarafından kaleme alınan bu hikayede konu edilen kral Vlad Tepes zamanında Osmanlılar dahil herkesle dövüşmüş ve Romence “Şeytan” anlamına gelen Dracul adına imza atmayı seven bir kral. Bilindiğine göre aslında bu şatoda bir kaç gün kalmak dışında hiç bir ilgisi yok. Gene de bir çok turist için bu efsanenin parçası olmak oldukça zevkli gelmekte.

Poiana Brasov ise 14 km uzakta ve 1906’tıda Romanya’da ilk kayak yarışının yapıldığı yer. 1020 metreden başlayan resort dağda 2500 metreye ulaşmakta. Aslında senenin çoğu bizim Abant gölü misali bir yer. Sadece bizim gidişimizde değil bir çok başka tarihte de çoğu zaman insanlar güzel bir kar yağışı ve ideal kar kalınlığına rastlamamışlar.

Hotel Alpin, Piare Mare, Miruna özellikle Bulgaristan ile karşılaştırıldığında çok başarılı oteller ama ne yazıkkı bizim Uludağ veya Kartalkaya lükslüğünde değiller. Benim tavsiyem Hotel Alpin. Pistlere ulaşmak fazladan 5 dakika araç yolculuğu gerektirse de en çok olanağı ve güzel odaları sağlayan otel denilebilir.

Poiana Brasov daha çok alpin stili kayakçılar ve cross-country sevenler ile kızakçılar için enteresan. ATV, Atlı kızaklar, Kar Motorsikleti seçenekleri de söz konusu. Snowboard için daha az olanak sunmakta.

Toplam uzunlukları 12 km civarı olan 10 civarı pist var. Bradul ve Gondola isimleri ile tanınan ve otellerden 10 Ley yani 5 YTL karşılığı ile ulaşılan iki ana nokta var.

Bradul da 2 tane büyük kayak okulu ve biri başlangıç ve biri de basit olmak üzere 2 temel pist var. Burada ayrıca gece saat 19.00’a kadar ışıklandırma ve suni kar makinaları da var. Ayrıca teleferik ile 1800 metreye çıkmak ve yaklaşık 1 km’lık siyah bir pisti inmek olası. Brasov’da genelde ormanların içerisinde fazlaca geniş olmayan dik pistler tercih edilmiş. Gondola denen bölgede daha çok pist var. Burada teleferik ve küçük kabinler vasıtası ile daha yüksek ve uzun pistlere ulaşılmakta. Meraklısı için zirveden yamaç paraşütü yapılabiliyor. Pistlerin çok iyi işaretlendiği söylenemez ve ara noktalarda oturacak hoş cafelerde yok. Daha da kötüsü pistin ortasında yaklaşık 1 km buzlanmış ve dik bir alan varki ki kafile burada bayağı sakat verdi. Güneşli havada mutlaka tepeye çıkmak lazım, manzara müthiş.

Yemek açısından öğlen daha çok açık yerler var ama Gondolun yanındaki Rossignol Club ve Bradul’un oradaki pizzacı en iyi seçenekler. Akşam için ilginç yerler arasında Çobanlar Kulübesi ve Haydutlar Restoranı gibi ilginç isimlere sahip 2 yer var.

Peki neden Brasov ? Yaklaşık 550-700 Euro arasına uçak, 4 yıldızlı otel yarım pansiyon, alan vergisi, sigorta, vize dahili 6 gün gidebiliyorsan bunun üzerinde 20-30 milyona içkili ve tatlılı 2 kişi öğlen yemeği yersen, saati 20 milyona kayak dersi alabiliyorsan, 10 milyona ski pass, 20 milyon kayak kirası, 20 milyona bir saat masaj gibi seçenekler varsa biraz daha az karı göze almak için sebep olmakta...

Yemekler genelde peyni çeşitleri, et ve tavuk, salata ve patatesden oluşuyor ve gayet lezzetli. Çok sayıda bira seçeneği ve özellikle güzel kırmızı şarap var. Lisan problemi genelde yok ve Romenler oldukça cana yakınlar. Havalimanından cafe ve duty free arayanlar için fazla seçenek yok ama viski ve votka İstanbul’ kıyasla çok ucuz. Cuma ve Cumartesi geceleri açık hava eğlenceleri ve havai fişek gösterileri ile oldukça hareketli geçiyor ama özellikle ctesi ve Pazar yaylaya çıkanlar ile kalabalık inanılmaz boyuta ulaşıyor ve özellikle basit pistlerde teleski sıraları oldukça uzuyor. Kesinlikle düşmemeye bakın, Poiana’da ilk yardım yok, ambulans ile 20-30 dk süren bir yolculuk ike şehire gitmeniz lazım ama o kadar çok sakatlanan vardı ki ambulanas dolmuş gibi dolmadan kalmayacak hale gelmişti.

Başında belirttğim gibi fiyatı dışından çok ilginç bir seçenek değil ama özellikle bayramlarda kalabalık aileler için eğer hava da yağışlı olursa çok ekonomik bir seçenek.

14 Ağustos 2006

GEÇMİŞİNİ YİTİRMEDEN GELİŞEN ÜLKE PORTEKİZ

Diyelim ki 4-6 gün arası bir bayram tatiliniz var, Avrupa’da kışın ortasında sıcak, hesaplı, nostaljik ama modern, yeme içme kültürü gelişmiş bir ülke arıyorsunuz. Bu durumda en iyi seçeneğiniz Portekiz ve özellikle Lizbon olabilir.

Bayramı yaklaşık 20 derece sıcaklıkta Avrupa’nın bu orta halli ama bir o kadar nefis ülkesinde geçirdim. Genelde yazılarımda tur şirketlerini övmem ama bu sefer İstmar Turizm’i tebrik etmem lazım gerçekten oldukça organize bir tur sağladılar.

Her zaman olduğu gibi şehri anlamak için biraz tarihinden bahsedelim. İlginçtir Lizbon Portekiz’in aslında 2.başkenti, ve hatta bu anlamda üç başkentinden biri. İlk başkent bugün üniversite şehri olarak bilinen ve Porto yolundaki Coimbria, geçici bir başkent ise kısa süre için Rio de Janeiro olmuş. Lizbon aslında Truva savaşından dönen Odisey’in kurduğu bir şehir daha sonra Romalılar’ın, Vizgotların, Kuzey Afrika Yerlilerinin ve İspanyolların elinde kaldıktan sonra İngilizlerin yardımı ile Portekiz Krallığının kurulnasından kısa bir süre sonra başkent olmuş. Şehirin özellikle Alfama bölümü bu renkli tarihi biraz yansıtmakta.

Tejo (Tagus) ismi verilen çok geniş bir nehirin iki yanında ve hemen okyanus’un kıyısında kurulu Lizbon ilk gelişimini 1420’lerde başlayan Protekiz Keşiflerinden elde edilen ganimet ve hazineler ile yaşamış. En çok bilineni belki Vasco de Gama olmak üzere Portekiz gemicileri Atlantik okyanusunda bir dizi adayı, Batı Afrika sahilleri, Ümit Burnu, Hindistan, Brezilya ve Makau’yu keşfetmiş ve sömürge olarak yıllarca yönetmişler. Bu arada sanılanın aksine Magellan de orjinal olarak Portekiz’li.

Şehir 1755’te büyük bir felaket yaşamış ve 9 şiddetinde bir deprem ve Tsunami ile ciddi hasar görmüş. Daha sonra şehir tekrar gelişmeye başlamış ve özellikle 2.dünya şavasında tarafsız kalarak, yaklaşık 40 sene süren Salazar’ın diktatörlüğü sırasında oldukça modernleşmiş. Portekiz’in Avrupa Birliğine 1986 yılında girmesinin hemen akabinde 1988’de önemli alışveriş merkezlerinin olduğu Chiado bölümünde çıkan yangın şehire zarar vermiş.

Daha sonra alınan yardımlar ile de Lizbon 1994’te Avrupa Kültür Şehir seçilmiş, 1998’de Dünya Ticaret Fuarı evsahipliği ile daha da gelişmiş ve 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası ile en iyi dönemini yaşar hale gelmiş. Bütün bu zengin tarih tabiiki şehirn dokusunu çok etkilemiş. Tarihi mekanlar, fakir semtler, modern yerleşim alanları çok kısa mesafeler ile sıralanmış.

Şehrin iki yanı birbirine biri San Fransisco Golden Gate köprüsünün bir kopyası olan 3 kmlik “25 Nisan” ve diğeri çok yeni 1998’de tamamlanan 17 kilometrelik , denizin hemen üzerinden giden “Vasco de Gama” köprüleri ve deniz ulaşımı ile bağlı. Hiç dil bilmesenizde çok zengin bir ulaşım ağı ile şehrin her yanını gezmeniz mümkün. Özellikle metro her yöne doğru ulaşımınızı kolaylaştırıyor ama dilerseniz 20.yy başlarından kalma nostaljik ya da daha yeni tramvaylar, oldukça ucuz taksiler ve otobüs ağı emrinizde. Şehrin önemli yerlerini de yaya gezmek oldukça kolay.

Görülmesi gereken yerler arasında Belem kısmında Geronomino manastırı, Kaşifler Anıtı, Belem Kulesi yer almakta. Hazır yolunuz oraya düştüğünde Belem pastahanesinde müthiş “Pasteige du Belem” pastasını tatmanızı kesinlikle tavsiye ederim. Diğer turistik yerler arasında Alfama’nın dar caddelerini ve çini kaplı daracık evlerini, Sao Jorge Kalesini, Se Katedralini, 25 Nisan köprüsü ve Cristo Rei yani Şükran anıtını sayabiliriz.
Şehri yürüyerek keşfetmek isteyenler için Marques de Pombal ile Comercio meydanları arasında kalan uzun caddeyi tavsiye edebilirim. Denize yakın olan kısımnda deprem sonrası tekrar yapılmış olan Baxia ve alışveriş bölgesi Chiado, eğlence merkezi Bairra Alto yer almakta. Rossie tren istasyonu ve hemen yakınındaki yaklaşık 35 metre yüksekliğindeki, muhteşem manzaralı Santa justa Kulesi görülmesi gereken yerlerden. Alışveriş için devasa Corte Ingles ve Amoireras alışveriş merkezleri dışındaki seçenek trafiğe kapalı Rua Garret ve Chiado semti.

Şehrin en modern bölümü ise 98 Expo için kurulmuş ve daha sonra yerleşim alanına çevrilmiş bölüm. Burada Expo’dan kalan bazı yerlerin dışında Avrupa’nın en büyük, dünyanın 2.büyük akvaryumu görülmeye değer. Buraya kadar saydığım yerler yaklaşık 2 günlük bir gezi demek.

Daha süreniz varsa 3 enteresan rota yapmanız mümkün. Biri Atlantik sahili boyunca giden Cascais sahil şehri ve özellikle burada okyanusun kayaları dövdüğü Cehennem Ağzı kayalığı, Avrupa’nın en büyük kumarhanesinin olduğu Estoril, Avrup’nın en batı ucunda yer alan Caba de Roca deniz feneri, kayaların sahilde doğal bir havuz oluştruduğu Colares ve bu rotanın son durağı Unesco’nun koruma altına aldığı Sintra şehir ve sarayı, hemen yakınında Pena sarayı.

Bu turu normalen şehirden 50-70 euro arası fiyatlar ile özel otobsüler ile yapıyorlar. Bence hiç gerek yok, Scott URB isimli şirketin 9 Euroluk otobüs/tren kombine bileti ile çok daha zevkli ve rahat aynı rotayı yapmak mümkün.

Eğer dini konulara meraklı iseniz ise bir başka ilginç rota yaklaşık 150 km uzaklıktaki Fatima olabilir. Burası Portekiz’in Mekke’si. Meleklerin 3 çoban çocuğa bir kaç defa göründüğü ve kutsal enerji yaydığı düşünülen bir kasaba.

Son rota ise yaklaşık 300 km kuzeyde olan ve ülkeye ismini veren, şarap şehri Porto. Portugal kelimesi Romalıların Porto şehrinin iki yanına verdiği porto ve Gaia isimlerinin zaman içerisinde birleşmesinden gelidği düşünülüyor. Unesco tarafından korumaya alınan bu 2. büyük Portekiz şehri gene oldukça geniş bir nehir kenarında ve çok muhteşem asma köprüler ile birbirine bağlı, tepeler üzerinde kurulu ve daracık, eski evlerin çok olduğu ama asıl Portekiz zenginlerinin yaşadığı bir yer. Bu şehrin eğlence kalbi, şarap mahzenleri ve tadım yerlerinin hemen karşısında yer alana Ribeira denen yerde atıyor.

Gelelim Lizbon’un yaşam kültürüne; oldukça sakin, sabırlı ama çirkin sayılabailecek ve yaşlı nüfusa sahip olan şehir muhteşem bir yeme-içme geleneğine sahip. Temel besin bir çok farklı şekilde pişirilen ve oldukça farklı seçenekleri sunulan deniz ürünleri. Bunun yanısıra jambonları, peynirleri, sütlü tatlıları, başta portakalolamk üzere nefis meyvaları, kahve ve şarap seçenekleri baştan çıkarıcı. Gayet hesaplı fiyatların ödendiği Lizbon’da tavsiye ettiğim iki yer Santo Amora Dokları denen ve eski depoların bar ve restoranlara çevrildiği, 25 Nisan Köprüsünün altında, nehire nazır yer ile biraz Kumkapı’ya benzeyen ve içeride kalan Rua portas de San Antao caddesi.

Bunun dışında Belem ve Bairra Alto da çeşitli eğlence yerleri ve restoranları ile gidilebilecek yerler. Tabiiki oldukça başarılı Portekiz şarapları ve yemek öncesi ve yemek sonrası içilen Porto şarapları unutulmamalı. Bu arada bir tavsiye çok sayıda Porto şarabı tatmak ve uygun fiyatla almak için Porto havalimanı bence en uygun yer. Burada Tawny tabir edilen ve on senelik bir Porto şarabını yaklaşık 20 Euro’ya almak mümkün.

Portekizlileri tanımanın diğer bir yoluda Fado Külüpleri. 19 yy başından beri çok yaygın olan Fado aslında bizim arabesk ya da Amerikan Blues tarzı bir anlayışla gelişmiş bir müzik. Genelde kadınların seslendirdiği Fado’ya mutlaka bir Gitarist ve Viola sanatçısı eşlik etmekte.
Tarihte Maria Severa ilk Fadoist olarak tanınmakla beraber asıl meşhur eden isimler arasında Amalia Rodrugues, Dulce Pontes ve bugun kendi yerini işletmekte olan Argentina Santos sayılabilir. Fado kulüpleri genelde saat 21.00-03.00 arası program yapmakta. Yemekler biraz daha az başarılı ve daha tuzlu ama mutlaka gidilmeye değer.

Lizbon’un sakin, temiz havası, keyifli yemekleri, müziği ve orta halli yaşantısını mutlaka tadın diyerek sözlerimizi bağlayalım.

Benzer şekilde gezi yazılarını paylaşmak isteyen, görüş vermek ya da eklemelerde bulunmak isteyen ya da bilgi almak isteyen tüm gezginler için Habercell sayfaları ve emailim açıktır.