24 Ağustos 2014

Tarihi Yaratan Sehirlerden Berlin

Benim gibi 2.Dunya savaşı üzerine onlarca kitap okumuş ve film izlemiş biri için Berlin bir çeşit kutsal şehir sayılır ama görmek için uzun sure beklemek gerekti. Sonunda yaz tatilinin bir kısmını ayırıp gitme sansımız oldu aslında bu hali ile bile pek yaz sıcaklığı yasayan bir şehir olmadığını düşünürsek aslında gitmek için kotu bir zaman değil. Aslında Berlin Almanya tarihi boyunca kurulan imparatorluklara başkentlik etmiş bir şehir ama 1933 de Hitlerin basa gelmesi ile dünyaya uzun yıllar barış değil bir savaş başkenti olarak tanıtılmış oldu. Savaşta çok tahrip olan ve Hitlerin ölümüne tanıklık eden şehir daha sonra 4 ülkenin kontrolünde bir zaman geçirdikten sonra 1949 da iki Almanya nin ayrılmasında da arada kalmış oldu. 1950 lerde iki süper gücün hesaplaşmanın merkezinde yer alan Berlin 1961 de başlatılan duvar ile ayrılma hikâyesi ile 1989 a kadar çok sıkıntılı zamanlar yasadı. Ayni donemde ilginçtir ki Türkler tarafından yoğun bir yerlesime sahne oldu ve bugün neredeyse çoğunluk seviyesine eşit bir Türk toplumu orada özellikle Kreuzberg ve civarında yasamakta Bugün Berlin sanki yasadığı sıkıntıları unutturmak istercesine inşa ve yenilenme halinde. Dubai den ve İstanbul’dan sonra en çok vinci orada gördüm desem abartmış olmam. Berlin bekar, evli veya çocuklu her şekilde herkese hitap eden bir şehir ve özellikle müzeleri ve canlı yasamı ile dikkat çekici. Havalimanlarının bu sehire yakışmayacak kadar kotu olduğunu vurgulayarak gezimize başlayalım. Biz Tegel i kullandık eski Ankara/ İzmir cinsi bir havalimanı ama diğerleri de daha iyi durumda değilmiş. Bu arada savaşın meşhur havalimanı Tempelhof bugün sehirin ortasında bir parka dönüştürülmüş ve bayağı ilginç görüntüler veriyor. Sehrin ortasına Mitte deniyor ve bu bölge her yere eşit mesafede ve kalmaya elverişli. Havalimanından 30 Euro dan daha ucuz bir rakama ve büyük bir ihtimalle bir Türk taksi şoförü ile ulaşıyorsunuz. Mitte de kalıyorsanız zaten tarihi Berlin de kalıyorsunuz demektir. 30 seneye yakın soğuk savaşın simgesi olan Berlin Duvarı’ndan bugün geriye çok az bir eser kalmış. O dönmeler ve halen Berlin in en önemli caddelerinden olan unter der Linden de gördüğünüz renkli borular duvarın sınırlarını hatırlatmak için konmuş. Aslında duvar bir gecede yapılan bir yapı değil. İlk sinyali 13 Ağustos 1961 de bir gece Rus tankları ve DDR askerlerinin sehim kendi taraflarından batıya girişlerini n engellemesi ile başlamış. Ekim sonlarında filmlere de konu olan meşhur check point Charlie denen yerde Rus ve ABD tankları karsı karşıya geldiğinde 3.Dunya savası başlaması an meselesi olarak görülmüş. Yıllar içinde duvar iki duvar arasında geçilmesi yasak bölgeye dönüşmüş ama yüzlerce kişi de farklı yöntemler ile kaçmayı basarmış. 9 Kasım 1989 da Glasnost ortamı sırasında bir basın röportajı sırasında söylenen geçişlere izin vereceğiz tadandaki bir söylemin arakasından duvar neredeyse bir günde yıkılır hale gelmiş ve 2 yıl içinde neredeyse izi kalmamış. Bu tarihi hikayeden sonra Berlin de neler var bakalım; Mitte den başlayan yolculuğunuzda tarihi Unter Der Lindern ve sonundaki Branderburger tor ve Reichstag ana ziyaret noktaları. Bu arada ayni bölgede Friedrich strasse de tarihi önemli olan ama bugün daha ticari ve dükkânların olduğu bir yer. Unter der Linde nin basını eğer Berliner Dom kabul edersek çok güzel bir kilise olduğun söylemem lazım, hemen yolun başında Müzeler adasındasınız demektir ki burada 5 adet müze yer alıyor. Bunlardan birisi ise ne yazık ki Türkiye den nerdeyse tamamı sökülerek getirilen Bergama antik kentinin olduğu Pergamon müzesi. Unter der Linden in üzerinde neredeyse her bina tarihi ve baktığınızda hepsi sağlam gözüküyor hâlbuki şehir inanılmaz bombalanmıştı. Dolayışı ile isten sermaye ve bilgi bir araya gelip inanılmaz bir renovasyon yapılmış olduğu belli. Reichstag bugün de önemli işleve sahip ama Nazi Almanya sinin mabedi desek yalan olmaz. Brandenburger tor ise tarih boyunca muzaffer komutanların şehre giriş yeri olmuş.. Bu kapıdan bakınca gözüken ilerideki anıt Siegessaule yani Zafer Aniti. Bu arada Branderburger Kapısından hemen evvel solda hotel Adlon da tarihe tanıklık eden otellerden biri, gene kapının biraz ilerinden 2006 civarı yapılmış soykırım aniti var ki ben pek anlamlı bulamadım. Daha çok çocuk oyun alanı gibi duruyor. Buradan sehir ortasından gecen Spree nehrini geçerseniz hemen karsınıza çok güzel ve bayağı da işlevsel olan Tren Garı geliyor. Buraya kadar gelmişken mutlaka Naturkunden Museum yani Doğa Tarihi müzesine gidin. Dünyanın bilinen en uzun dinozor fosilini görmenin ötesinde evrim teorisi ve müzecilik konusunda da süper enteresan deneyimler içeriyor ve buna karşın ucuz bir müze. Yolumuza ayni yöreden devam edersek aslında Spree nehri boyunca beach partiler bile yapılan enteresan yerler göreceksiniz . Bir Bodrum, Cesme değil ama eğlence ve unutmayalım ki Berlin Avrupa’nın en çok gece kulübü bulunan sehri. Gene Berlin halen basili kitabin ve kitapçının çok olduğu bir şehir dolaysı ile bir çok yerde elektronik değil basili formatta kitap okuyan insan görmek mümkün. Tekrar nehrin karsına Bundestag a yakın bir yerden geçtikten sonra Berlin in en büyük parkı olan ve New York için Central park neyse Berlin için de aynisi olan Tiergarten a geliyorsunuz. Adi aslında hayvanat bahçesi ama burası içinde gollerin, botanik ve gerçek hayvanat bahçelerinin olduğu ve yürüyüş yollarında bile süper heykellerin olduğu bir yer. Buradan parkın ortasından direk yürüdüğünüzde sizi Berlin’in en önemli yerlerinden biri olan ve Bağdat caddesi diyebileceğimiz Kurfurstendamm a geliyoruz ama buraya gelmişken önce muhteşem hayvanat bahçesine mutlaka uğramak lazım. Bir kaç tane uluslararası taninmiş hayvanat bahçesi gördüm ama bu gördüklerim arasında bir numara. Hayvan çeşitliliği, altyapısı, düzeni ve temizliği hatta yemekleri bile cok başarılı. Gezmek saatler alıyor ama çocuklu iseniz mutlaka uğrayın, ihmal etmeyin. Fiyatı da makul 35 Euro karışlığında 3 çocuk ve 2 yetişkin gezebiliyorsunuz. Hayvanat bahçesinden çıktığınızda ise Memorial Church ile birlikte meşhur Kurfurstendamm a geliyorsunuz.. Oldukça uzun bir cadde. Üzeri mağaza ve yemek ile ilgili yerler ile dolu ve sonuna doğru Berlin in en büyük ve eski alışveriş merkezi KaDeWe geliyor. Bence gayet başarılı bir alışveriş merkezi ve oldukça da güzel bir bina. Devam ederseniz ki burada artık yürümek değil ulaşım araçlarını tercih ederek Berlin in en önemli meydani Potsdamer platz a geliyorsunuz. Meydan hem tarihi hem de kültürel acıdan önemli. 1920 ler de Avrupa’nın en önemli eğlence merkezi olan bu meydan savaşta en çok bombalanan yerlerden biri ve savaş sonrası bos bir arazi olarak şehrin dörde bölündüğü noktada ortada kalmış bir yer. Daha sonra Berlin’in en önemli projelerinden biri ile Sony ve Daimlerin destekleri ile bugünkü modern işyerleri, sinema ve meydanin olduğu hale getirilmiş. Ayni zamanda halen büyük boy ve grafiti dolu duvar kalıntıları ile resim çektirebileceğiniz sayılı yerlerden biri. Kompleks içerisinde legoland, IMAX sinema, güzel restoranlar ve tarihi Kaisersaal var. Burası 1920 lerden korunarak gelmiş bir duvar ki duvar deyip geçmeyin camla korunan çok güzel bir görüntüsü var ve içerinde gene orijinaline sadik kalınarak yapılmış restorandan oluşuyor. Ayrıca gene ayni meydanda 96 metreden Berlin’e bakma olanağı veren Panoroma punkt da gayet turistik. Buradan şehrin güneyine inerseniz kendinizi biraz Türkiye ye gelmiş gibi düşünebilirsiniz. Burası meşhur Kreuzberg ama yolda henüz 2.dünya savasının ruhu sizi takip etmekte. İlk önemli yer Topographie des Terrors denen eski Gestapo ve SS kuvvetlerinin merkezleri yani 2.dunya savasının planlandığı ve insanlara işkence edilen yerler dolayışı ile terörün izleri diye tanıtılıyor. Buradan devam ettiğinizde ise belki en çok bilinen simge yer olan Checkpoint Charlie geliyor. Buranın önemi 1961-1990 arasında Bati ve Doğu Berlin arsındaki tek geçiş noktası olmasından geliyor. Tabii su anda gittiğinizde eski meşhur bariyerli aralarında 10 metrelik yol olan ve filmlerde casusların değiş tokuş edildiği yer olarak gördüğünüz görüntü pek yok. Caddenin ortasında bir simge kulübe ve iki tarafından büyük boy bir ABD ve SSCB asker resmi var. Kalanı sizin hayal gücünüze kalmış ama yardımcı olmak için hemen yanında Blackbox Cold War center ve eskiden gözetleme kulübesi olan Haus am Checkpoint Charlie var. Biraz ileride Yahudi müzesi ile tarihe biraz ara veriyoruz. Kreuzberg aslinda daha çok alt ekonomik gelir grubuna hitap eden bir yer iken 2 Dünya savaşı sonrasında sanatçıların, azınlıkların, yabancıların yerleştiği bir yer haline gelmiş. Türklerin baskınlığı net olsa da ayni zamanda çok lüks konutlara da ev sahipliği yapan ve duvarın ne net olarak geçip ikiye bölmüş olduğu enteresan bir yer. Yolumuza Doğu Berlin’e doğru devam edersek hedefimiz Alexanderplatz olacaktır. Burada ana simge yer TV kulesi ve tepesine çıkılabildiği için de sıkça ziyaret edilen bir yer. Bunun dışında Nikolai kilisesi, Rotes rathaus, Marien Kilisesi ve DDR yani eski Doğu Almanya yaşantısını gösteren müze enteresan yerler arasında. Burada göreceğiniz alışveriş merkezlerini KaDeWe ile karşılaştırdığınız da aslında iki toplumun zamanında nasıl farklı refah seviyesinde olduğunu görebilirsiniz. Burası özellikle gençlerin geldiği çok kalabalık bir meydan olduğunu da belirtmeliyim. Tabii bu turun eksik bir yeri var biraz kuzeyde kaldığı için pas geçtik ama Charlottenberg sarayı da vaktiniz kalırsa görmeniz gereken enteresan yerler arasında. Berlin’i gezdim vaktim var sehirin dışında ne var derseniz tabii ki gene tarihi önemi olan bir yer , bir toplama kampı olan Sachenhausen ve Avrupa nin en önemli saraylarından olan Park Sanssouci nin olduğu ve savaşta en çok bombalanan yerlerden Potsdam seçenek olabilir. Burası Stalin, Truman ve Churchill in meşhur savaşın bitişi ile ilgili kararları aldıkları ve resimleri ile meşhur olan kent. Son olarak yararlı öğütler arasında devamlı yağmur yağma olasılığı olduğu için tedarikli olmanız, Almanya da halen dükkânlar erken kapandığı için cok planlı olmanız ve Berlin’i Berlin yapan yeme ve eğlence yaşantısına mutlaka zaman ayırmanız gelecektir. Tipik Berlin Ayrıca tatlıların, şarapların, biraların çeşitliliği ve kalitesinden bahsetmeme gerek yok herhalde. Mutlaka bir Brezel yani tuzlu simit ile Berlinler Pilsner denemenizi öneririm. Birde Berlin er Weisse mit Schuss denen ve şarap bardaklarında sunulan fermente buğday birası ile renk veren tatlı bir şurubun karışmandan oluşan içki de denenebilir. KaDeWe dışında süper dizaynı olan Lafayette, Karstadt, Alexa ve Potsdamer Plazt Arkaden diğer çok katli alışveriş merkezleri. Berlin tarihi ile meşhur olduğu için çok sayıda güzel hediyelik eşya üretilmiş ve almaya değer. Eğlence konusunda Berlin’in Avrupa’nın bir numaralı clubbing şehri olduğu hatırlatmakta yarar var. Aklımıza gelmişken gündüz şehrin dolaşmanın eğlenceli bir yolu bisiklet kullanmak olabilir çünkü şehrin bir çok yerinde kendilerine ait yolları ve park yerleri var, Böylece 4 günlük Berlin gezimizin sonuna geliyoruz. Basta da söylediğim gibi eğer dünyanın 1910-1990 arasındaki tarihine meraklı iseniz `wir fahren nach Berlin` veya Kennedy nin meşhur söylemi ile `Ich bin ein Berliner`. Aufwiedersehen

9 Şubat 2014

San Francisco

Yaklaşık 16 saatlik bir uçak yolculuğu ve 10 saatlik saat farkını göze alaırsanız, ABD’ nin ve dünyanın en güzel şehirlerinden birini görme ve yaşama şansınız olacaktır. Nüfusü bir milyon bile olmamasına rağmen ülkenin metrekare başına en yoğun nüfusa sahip 2. şehri olan San Francisco, ülkenin öncelikle liberal akımlarının başını çekmiş daha sonra da 1990 ların başından itibaren Silikon vadisinin başında yer alarak inanılmaz bir teknoloji gelişimine başkentlik yapmaya devam etmiştir. Yılda 12-13 milyon turistin geldiği şehir, ekonomisini de tamamen hizmet ve finans sektöründen gelen gelirler ile büyütmektedir. Beyzbolun da bir numaralı şehri olan San Francisco İspanyol kolonileri tarafından kurularak isimlendirilmiştir. Meşhur Altına Hücüm sırasında inanılmaz büyüyen şehir 19 yüzyılda halen sürdürdüğü eyalet-şehir olma vasfına kavuşmuştur. 1906 depreminden neredeyse tamamen yıkılan şehir daha sonra bügünkü enteresan mimarisine kavuşmuş. Yaklaşık 50 tepeden oluşan şehrin her mahallesi enteresan bir etnik yapıya sahip. 2. Dünya savasında devasa Fort Point kalesinden Pasifik savaşına gidecek tüm kuvvetlere ev sahipliği yapan yer, daha sonra Alcatraz hapishanesi ile tanınmış mahkumlara, 1960’larda hippilere ve sonra eşcinsellere günümüzde ise internet start-uplarına evsahipliği yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Adını bir makkümden alan meşhur “Alkatraz Kuşcusu”, Clint Eastwood’u ünlendiren “Dirty Harry” ve 2008 ‘de Sean Penn’e oscar getiren “Milk” şehrin farklı dönemlerini anlatan filmler olarak da seyredilebilir. 1989 depreminde tekrar zarar gören şehir o dönemden sonraki yapılanması ile nüfus artışını sürdürmüştür. Şehir üç tarafının denizle çevrili olması nedeni ile garip bir iklime sahip. Genelde kurak, rüzgarlı, kışın ortalama 12 ama yazında genelde 16 derece civarında bır ısı ile serin bir yer ; ayrıca sıkca olan sisler ile de ilginç manzaralar oluşuyor. Su da sıcak olmamasına rağmen deniz sporları popüer. Meşhur Golden Gate ve iki katlı Bay köprüleri ile aynen İstanbul gibi görüntüsü olan şehrin en önemli farkı “Neighborhoods” denen farklı etnik ve mimari yapılarla kurulmuş mahalleler. Fakat şehir sakinleri kendileri sıkça New york ile kıyaslamaktalar. Bana kalırsa yapı olarak benziyor ama hissettirdiği karakter çok farklı. New York’ta bir fast food edası ile yaşamı tüketirken burada gurme bir yemeğin tadını çıkartıyorsunuz. Gelelim 90-100 dakika süren bir turla göreceğiniz ve detayını gezmek isteyeceğiniz yerlere. Şehrin tek gökdelenei yeri olan Financial district, alışveriş merkezleri ile Union Square ve Market street kısaca downtown diye geçiyor. Şehirde halen çalışan eski tip 3 tane Tramway hattı var. Bir tanesi de sizi ünlü Nob Tepesine çıkartıyor ki bir zamanlar zenginler burada çok büyük evler yapmışlar. Sahilde ise Embercadero boyunca gidince ünlü Fischerman’s wharf ve ABD nin en önemli turistik yerlerinden olan Pier 39 yer alıyor. Burası aslında marinası, üstünde lokanta ve eğlence merkezleri ve en önemlisi ise bazen sayıları 2000’ni bulan fok ve deniz aslanlarının güneşlenip oyun oynadığı iskelesi ile ünlü. Buradan meşhur Alcatraz hapishanesi ve balina seyretmek amaçlı turlara katılmak mümkün. Biraz serin ve ıslak tura katıldığınızda yaklaşık 90 dakikaya ilk balinaları görceğiniz neredeyse kesin. Alcatraz ise 30 sene hapishane olarak görev yapmış orta büyüklükte bir ada. Burada zamanın çok ünlü mahkumları neredeyse 23 saat hücrede geçirerek çok zor bir yaşam sürmüşler. 20 tane filme ev sahipliği yapan “Kaya / The Rock’tan” kaçma girişimlerinin çoğu başarısız da olsa ne oldukları hiç bilinmeyen 5 kişi var ki en önemlileri 1960 ların başından kaçan ve “Escape from Alcatraz” filminde hikayeleri yer alan ikisi kardeş 3 mahküm. Bügünlerde yılda 750, 000 turistin ziyaret ettiği adadan 2005 yılında bağış amaçlı bir denemede 9 yaşındaki bir çocuk iki saatten az bir zamanda kıyıya yüzmüş. Bu denemenin soğuk sular, akıntılar kopek balıkları ve gemiler nedeni ile bayağı tehlikeli bir rota da yapılmış olduğu kesin. Bir çok Amerikan şehrinde olduğu gibi Çin, İrlanda, İtalyan mahalleri de var ve bence en güzeli Little İtaly dene italyan mahallesi. Burada kuzey sahili denen kısım gerçekten çok güzel manzaralı ve Coit Tower da ziyaret edilmesi gereken bir yer. Manzaranın güzel olduğu yerlerden biri de Russian Hill ve dar sokakları ile Lombard street. Özellikle üstü açık otobüslerle gezerseniz şehrin diğer enteresan yerleri olan Alomo meydanı ve Viktorian tarzındaki güzel evleri, Hippilerin mekkesi olan sokaklarında hafif ot konusu halen süren Haight, yeni zenginlerin mekanı Marina ve eskilerin malikanelerin olduğu Pasifik tepelerini görme şansınız olur. Bu turun önemli noktalarından biri de meşhur Golden Gate; dilerseniz yaklaşık 45 dk ve kuvvetli rüzgar altında köpründen yaya yürümeniz mümkün ama zaten izlemek için güzel noktalar ayrıca yaratılmış. Yaklaşık 220 park olan şehirde Golden Gate ve Dolores parkları muhteşem. Köprüyü geçince ulaştığınız sahil kasabası Sausaltio da gerçekten hoş anılar yaratacak yerlerden. Göçmenlerin zamanaında en önemli yerleşim yeri olan Mission ve eşçinsellerin merkezi Castro da şehrin diğer turistik yerlerinden. Gayet başarılı bir ulaşım altyapısı olan şehirde en pahalı aktivitelerden biri otoparka araba koymak onun için araç kullanımını pek tavsiye ediyorum diyemeyeceğim. Genel olarak şehir pahalı bir şehir ve her halka arz sonrası özellikle emlak fiyatlarında artış olmaktaymış. Şehirdeki diğer pahalı şey ise şise suyu çünkü aslında musluktan temiz su verildiği için lüks sınıfına giriyor. Gördüğünüz her fiyata yaklaşık yüzde 9 vergi ekleniyor dolayısı ile bunu aklınızda bulundurun.. Şehire geldikten sonra aslında zamanlamanızı iyi yaparsanız 1 ile 2 saatlik otoban yolculukları ile ki yollar hem iyi işaretlenmiş hemde ortalama 120-140 km süratle gidilebilir durumda, bir çok ilginç kasana ve şehire ulaşabilirsiniz. Palo Alto ve Stanford üniversitesi, San Jose, Ventura , Santa Barbara, Santa Cruz, Berkeley, Oakland, meşhur şarap bağları ile Napa Valley, Monterey, Carmel ve meşhur 17 miles drive mutlaka gidilmesi gereken yerler. Meraklıları için Gilroy yörenin en büyük outleti ve seçenek çok, ortalama fiyatlarda yüzde 20 ucuz. Şehirde her trülü damak tadına uyan lokanta, pub, bar var aynı zamanda çikolata çok populer çünkü meşhur üretici Ghirardelli 1890 lardan beri burada üretim yapıyor. Aynuı zamanda meraklıları için körfezde yelken yapmak ve geçen senenin America’s Cup heyecanının yaşamak olası. Doğa tutkunları 2-3 saati göze alırlarsa Yosemite de oldukça yakında. Meraklıları için çok sayıda sosyal medya ve teknoloji şirketinin kampüsleri çevrede ve gezmeye de izin veriyorlar. Son söz olarak San Francisco belki de Amerikan rüyasının en iyi temsilcisi dolayısı ile çok zaman ayırmaya değen bir yer diyelim.

13 Ocak 2014

“NE BEKLEYECEĞİNİZİ BİLEMEYECEĞİNİZ BİR ŞEHİR SEUL”

2000 seneyi geçmeyen bir tarihi olan Seul kendi başına 12 milyon ve çevresindeki 2 orta büyüklükteki şehir ile yaklaşık 25 milyon kişiye ev sahipliğe yapan ve bu özelliği ile dünyanın sayılı büyük şehirlerinden biri. Yaklaşık 9-10 saatlik direk uçuşla varacağınız Incheon hava limanı yılda 50 milyon kişiye ev sahipliği yapan, içinde Golf alanı, spa ve kumarhane olan ama akşam saat 22 dedin mi kepenkleri kapatan devasa bir havalimanı. Oradan Seul’e de yaklaşık 40 km ama genelde en az 60 dk yol var. Türkiye ile tarihinde ortak paydaşları olan Kore halkının en azından Seul bölümü sadece 250,000 expat yaşamasından mütevellit de olabilir gene de en sıcak bizimle anlaşıyor gözüküyorlar. Çok matematiksel bir lisanları nam-diğer hangeul olmasına rağmen, ingilizce konuşanı iyi konuşuyor. Konuşamayanı ise elindeki akıllı telefondan hemen çeviri yaparak yardımcı oluyor. Bu özellikleri inanılmaz.Zaten yerel insanları tandıkça çok daha çalışkan daha az fırsatçı olmaları dışında ortak özellikler çoğalıyor. Han nehri şehiri ortadan ikiye ayırıyor ve üzerindeki köprülerde aynen bizim Boğaz köprüleri gibi devamlı dolu. Zaten şehirde devamlı sıkı bir trafik var. Eski şehire güney, yeni şehire ise kuzey kısmı deniyor. Aralarında net fark belli oluyor zaten. Kore savaşından sonra muhteşem büyüme gösteren şehir belki de teknolojinin kalbi sayılacak nitelikte bir yer. Samsung, LG, SK, Hyundai, KIA gibi devlerin merkezi ve gene fiber altyapısı ile dünyanın en hızlı internet erişimine ve internet penetrasyonuna sahip. Ülkenin ekonomisinin beşte biri burada üretiliyor. Öte yandan dünyanın en uzun metro şebekesi de burada. 1988 Yaz Olimpiyatları ve 2002 FIFA Dünya kupası ki bizim için önemli bir kupa idi burada oynanmış. Ayrıca şehirde çok sayıda konferans oluyor tabii. Bu devasa şehir 25 tane bizdeki ilçe gibi Gu ve onun altında 500’den fazla dong isimli yapı ile yönetilebiliyor. Aslında şehir bir mimari güzellik taşımıyor bence daha çok fonksiyonel tasarlanmış bir şehir. Bu da kültürden geliyor; çok küçük yaştan beri matematiksel ve analitik düşünce üzerine yetiştirilen bir kültür. Çocuklar için oyuncak bulamayacağınız şaşırtıcı bir yer. Çok çalışma nedenlerinin başlıcası ülkede petrol, maden gibi hiçbir doğal kaynak olmamasından dolayı küçüklükten beri en büyük değerlerinin insan olduğuna inanarak yetişiyor olmaları. En büyük değer insan demek her birinin çok sıkı eğitimden geçmesi ve çok çalışması demek. Tarihsel olarak çok güçlü komşuları ve düşmanları var. Çin ve Japonya ile rekabet ettikleri bir bölgede olduklarını düşünerek ve kaynakları olmadığından, çok iyi eğitim almanın önemine ve çok fazla çalışarak mücadele etmeye inanıyorlar. Bu da oyuncak gibi bir doğal çocukluk unsurundan feragatı gerektiriyor. Aynı şekilde şehiri gezerken kitap, rehber, harita, kitapçı bulmak da zor ama her yerde inanılmaz renkli ekranlar, akıllı telefonlar, tabletler ve çoğunluk bedava internet bulabilirsiniz. Taksi için beşer şeritli olmalarına rağmen trafik, metro için anlaması zaman alan bir altyapısı olan şehirde yürümek de aslında çok zor değil tabii kışın eksi 10 yazın artı 35 dereceler sizi rahatsız etmez ise. Bir turist olarak göremeniz gerekenler listesi arasında yeşilliğin bol ama hava kirliliğinde çok olduğu şehirde Namsan park, dünyanın en büyük kapalı eğlence merkezlerinden Lotte world, Olympic Park, Cheonggyecheon, Ulusal Müze, Gangnam Caddesi ve meydanı, Gyeongbokgung Sarayı, COEX alışveriş merkezi, Namdaemun (South Great Gate) ve Dongdaemun (East Great Gate) tahta tarihi kapılar ve yakınlarındaki aynı isimli alışveriş merkezleri. Benim izlenimim bunun dışında çok kasmaya da gerek yok. Kore'nin en popüler turistik yeri Jeju Island. Japonlar tracking ve golf için çok geliyorlarmış. Busan da yazlık mekanı bir şekil izmir gibi denebilir. Çok çalışmanın ve geleneksel bir aile kültürünün egemen olduğu Seul’de yemek içmekde müşkülpesentler için bile çok sorun değil. Bazıları pek anlamlı olmasa da çok sayıda deniz ürünü , sebze, dim sumlar güzel tatlılar, çaylar ve kahveler her yerde bulunabiliyor. Genelde sağlığına düşün olan Koreliler küçük porsiyonlar ile yiyorlar fakat özellikle sarımsağa olan düşkünlükleri biraz kokulu ortamlar yaratıyor. Bu arada chopstickler metal den yapılmış oluyor genelde. Popüler yeme içme caddeleri arasında Yeoksam-Dong, Myong Dong (Lotte'nin olduğu yer), Insadong, Garosu Gil / Sinsa-dong, Samcheong-dong var. Ama favori akşam yemeği ocakbaşı tadında yenen, makasla kesilen ince etlerle yapılan barbeküler. Yanında bira ve lokal içkiler ve değişik mezeler yer alıyor. Bu arada Korelileri hızlıca içip sarhoş olma konusunda fena değiiler. Yerel içkiler SOJU biraz shot tadında içilen hoş bir içki. Bira da çok yaygın. İçki konusunda farklı bir özellikleri çok fazla karıştırmayı seviyorlar. Soju ve Bira karışımı çok popüler ve tek sefer de shot olarak içiliyor. Su bardağının yarısının dolu olduğu Soju-Bira ya bombshot deniyor. Bunu karıştırıp köpük yaratıp köpüklü bombshot da yapıyorlar. Soju-Viski, Bira-viski gibi karışımlar da mevcut. Eğlence kültüründe, bir akşamda ne kadar çok yere gidildiği çok değerli. Her birine round diyorlar. Dün gece 4 round yaptım demek, yemek dahil 4 farklı mekanda içki içtim demek anlamına geliyor. Üstüne de bir karaoke (noraebang deniyor bu tip yerlere) patlatıyorlar ki tam bizim kafa. Yanlız yabancıların yerel halkla iş dışında o kadar hızla kaynaşmaları biraz zor. Kültürde eğilerek teşekkür etmek çok önemli, bu arada şerefe de “Kombe” demek. Bu arada ilginç içki adetleri var, şerefe işi çok yüksek sesl neredeyse kavga tonunda yapılması yadırganmıyor. Onun dışında zaten sessiz bir millet. Ama aldanmayın erkeklerin büyük çoğunluğu Tekwando biliyor ve %10 civarı siyah kuşak imiş. Halk genelde haftasonları kendini doğa sporlarına veriyor. Yakınındaki Bukhan dağı milli parkları ile ünlü. Hayatta hernhangi bir şehirde görebildiğim en çok doğa sporları dükkanına sahip şehir. Ben en az 20 tanesine girdim, çeşit ve fiyatlar inanılmazdı. Kültürün ilginç bir parçası estetik ameliyat. Neredeyse bakkal dükkanı kadar çok estetikçi. Özellikle bayanlar göz, burun ve cilt operasyonları yaptırıyorlarmış. Yaklaşık bayanların yüzde otuzu bu çeşit bir operasyon geçiriyor. Cilti beyazlatmak bayağı moda ve genelde güneş ışınları pek de sevilmiyor halk arasında.Hatta Japonya ve Çin den de bayağı bir turist çekiyor bu alanda şehir. Perakende olarak da çok sayıda yerel ve iddialı kozmetik ürünleri mevcut. Gene benzer şekilde şifalı çaylar, yemekler ve tabii meşhır Kore Kırmızı Zencefil çay ve hapları sıkça rastlayabileceğiniz ürünler. Seramik, folklorik müzik ve dans gelişmiş sanatlar arasında. Spor da ise Tekwondo sadece milli spor değil aynı zamanda şehir dünyanın bu konudaki merkezi. İlginç şekilde beyzbolda çok sevilen bir spor. Bu arada Go oyunu Baduk ismi ile çok popüler. Diğer önemli özellik ise Kore’nin dünya mobil ve internet oyunlarının merkezi sayılması. Değişik gelenekler arasında çoraplar var. Özellikle ev ziyaretlerinde önemli imiş. Koreli bayanlar genelde kısa etekler giyiyorlar ve el ele tutuşarak gezmek de çok yadırganan bir konu değil. Hediye etmeyeceğiniz şeyler arasında gül var çünkü cenaze çiçeği. Garip ama bahşiş de çok sevilen bir adet değil. Diğer gariplikler arasında modern bina ve otellerde elektronik ve karmaşık tuvaletler olması. Çözmek biraz zaman alıyor. Açık tuvaletler ise her boya uygun olsun diye acayip uzun. Bir USD 1000 Won ediyor ve sadece 3 tip kağıt, 3 tip madeni para var, dolayısı ile yanınızda bayağı kağıt taşıyorsunuz. Kredi kartları elektronik imzalı şekilde çalışıyor. Şehir İstanbul mertebesinde ucuz veya pahalı ama elektronikler çok da ucuz değiller. Bence şehir mutlaka gidilmesi gereken bir yer.