9 Ekim 2008

Como & Italian Riviera

Sonbahar başlangıcında genellikle güzel havada, muhteşem doğa manzarasını içeren, güzel yemekler yenebilecek ve rahat bir seyahat dedin mi İtalya en iyi seçenektir herhalde Türk insanı için.Bu görüşten yola çıkarak hedefimizi Kuzey Batı İtalya olarak seçtik. Hedef Milano havalimanından direk bir araba kiralamak ve göller bölgesi ile Riviera’nın bir kısmını gezmek. Bu açıdan Milano strateji bir konumda , yaklaşık 2 saatlik bir uçuş sonrası 7-8 farklı şirketten çeşitli modellerde araç kiralama imkanı ve direk otobanlara bağlanma şansınız var.
Gideceğimiz yolların darlığı ve dizel yakıt seçeneği olması açısından biz GPS sistemi dahil bir VW Golf 1.9 kiraladık ve yaklaşık 63 Euro yakıt tüketerek 750 km den fazla yol gittik.
İlk seçeneğimiz Göller Bölgesi idi.Burada iki seçenek var; biri daha az bilinen ama üzerinde hoş adaları olan Maggiore ya da çok daha ünlü kardeşi Como. Bizim seçenek Como gölü ve kalmak içinde gölün ortasında olan Menaggio kasabası idi. Como gölü aslında İtalya’nın 3.büyük gölü ama 146 km^2 genişliğinde. Yapısı iki bacaklı bir vücud gibi. A7 otobanından 45-60 dk arası gittiniz mi gölün girişinde aynı isimli kasaba olan Como’ya geliyorsunuz. Biraz daha endüstriyel alanları geçince karşınıza sahil ve kasabanın eski bölümler geliyor.Yaklaşık 80,000 kişinin yaşadığı kasabanın katedarli gerçekten çok güzel. Bunun dışında kasabanın 2 ünlü villası batıda Olmo ve doğudaki Geno. Kasaba ayrıca ünlü A. Volta yani pilin mucidinin doğum yeri onun adına bir müze ve 1000 metre yüksekte bir fener var.Buraya yani Brunate denen noktaya 45 derece açı ile tırmanan hoş bir tramvay var. Kasaba da diğer ilgi çekici imkan ise deniz uçağı ile göl turları yapılabilmesi.
Toplamda gölün batı sahili daha yerleşilmiş bir yer. Bir çok kasaba birbirine deniz ve kara yolları ile bağlı. Bir çok farklı deniz aracı size gezme imkanı tanıyor zaten trafikte inanılmaz darlaşan yollardan gitmek bazen zor olabiliyor. Bu arada italyanların nasıl motorsiklet yarışçıları yetiştirdiğini orada anlıyorsunuz. Daracık virajları inanılmaz hızlarla dönen bir çok yarış tutkunu var.
Sahilde sırası ile Cernobbio, Argegno, Lenno, Tremezzo, Menaggio, Pianello, Musso ve aralarında ufak tefek kasabalar yer alıyor. Gölün karşı kıyısında öenmli yerler Belaggio, Varenna, Lecco.
Kesinlikle görülmesi gereken yerler Cernobbio ve gölün en pahalı oteli Villa D’este, Tremezzo, Menaggio, Belaggio , Varenna olarak sıralanabilir. Peki gözümüzde nasıl bir yer canlanmalı. Tasvir etmek bayağı yazarlık ister ama aslında sanki Boğaziçi gibi bir yer düşünün, daha az yerleşim var ama yalılar orada da heybetli. Yemyeşil ve arkasında neredeyse 2000 metreye varan dağlar var. Duru, sakin bir su ve havanın durumuna göre inanılmaz ışık oyunları ile nefis manzaralar seyrediyorsunuz.Temiz bir su, yelken, kayak, kürek her şeyi yapmak mümkün. İsterseniz tepelerdeki güzel restoranlara gidin ve manzaraya birde tepeden bakın. Yani kısaca muhteşem bir yer.
Eğer italyan plakalı bir aracınız varsa vizeyi falan düşünmeden Lugana gölüne devam edin. Büyük bir ihtimalle kimse sizi durdurmayacak sınırda. Daha sessiz e az yerleşimli ama daha zengin olduğunu hissetiren bir yer Lugano. Sadece saat satan sokaklar var, çeşit çeşit ama ucuz değil tabii. Aslında İsviçre’de hiç bir şey ucuz değil ama gene de bir farklılığı var. Eğer çocuklu gittiyseniz hemen şehir dışında Melide’de bizim MiniaTurk’un bir gelişmiş versiyonu Swissminiatur var.Ya da biraz daha vizesiz giderim derseniz Caslano’da Çikolata Fabrikası Müzesini gezebilirsiniz.
Biz bu yöreden sonra kendimize Riviera rotasını seçtik. Arada önemli bir durak ise Serravalle designer outlet’i oldu. Buraya kadar otoban ile rahatça geliyorsunuz. Bizdeki gibi hız sınırını pek takan yok zaten arkanıza bir Ferrari takıldığında yapmaya çalıştığınız hemen sağa kaçmak. Bu arada bu otobanlar çok ucuz değiller; böyle bir rota en azından 10 Euro tutuyor. Bu outletin özelliği İtalya’nın ve aynı zamanda Avrupa’nın en büyüğü olması. 180 mağaza var ama ABD versiyonlarına göre fiyatlar açısından çok ehven değil. Vittin fiyatlarından yüzde 20-50 düşük ama ciddi markalarda çok fark yakayalamıyorsunuz.
Sonraki durak çirkin ama tarih boyunca önemli bir liman kenti olan Genova. Otobanın bu kısmında italyan araba yarışçıları devreye giriyor. İnanılmaz virajlı bir 30 dakikalık yarış pisti denebilir buraya.Bu şekilde ulaşılan şehirde iki enteresan yer var biri Porto antico denen liman kısmı ve özellikle Avrupa’nın en güzel akvaryumlarından biri olan Cenova Akvaryum’u ile biraz daha şehir içine yürüdüğünüzde ulaşacağınız Ferrara meydanı. Bu şehir bence kaçak veya sahte mal almak içinde ilginç bir yer ama içinde kalmaya değmez.
Bu şehirden kaçmak isteğinizde iki seçeneğiz var. Batıya Riviera De Ponente veya doğuya doğru Riviera De Levante. Biz doğuyu seçtik. Bizim kalmak için seçtğimiz yer sevimli balıkçı kasabası Camogli.Yaklaşık 30 dakika ve çoğunlukla tünellerden geçerek ulaşılan bu küçük kasabanın sahili belki 500-600 metre ama görüntüsü muhteşem. Daha büyük boy yerde kalmak isteyenler için Rapollo ve Santa Margeherita De Linguire seçenekleri var.Daha ileri gittiğinizde ise La spezia ve gene efsanevi 5 köy yani Cinque terre rotası var. Bu yöredeki mutlaka uğramanız gereken yer ise 199 yydan beri sosyetenin uğrak yeri olan Portofino. Yazın muhtemelen araç ile gitmenin mümkün olmadığı bu balıkçı köyü, limanda demirlemiş milyonlarca Eurolik yatlari, pahalı restoranları ve tepelerindeki villardan göreceğinz muhteşem manzarası ile meşhur şarkıyı haklı çıkartıyor.
İtalya’nın bu kısmında daha keşfedilecek yer çok var denebilir. Gönül isterki bir 500-600 km daha yapalım ve bir çok başka güzelliği keşfedelim. Bu turda yaklaşık 750 km yapmak için GPS li ve çocuk koltuklu orta sınıf bir araç yakıt, sigorta, otoban, otopark dahil 550 Euro civarı tutuyor. Dezavantajı iyi otelleri n ortalamada çok pahalı olması.
Havalimanına geri dönmeden evvel de Milano’da zaman geçirmek mümkün. Aslında genelde şehrin Duomo’nun da olduğu eski bölümünün revaçta olduğu kesin. Hem alışveriş açısından hemde yemek-içmek açısından öenmli bir çok cadde burada.Ama vakit varsa Milan’ın denizi denen Idroscalo gölü,Navigli denen Venedik misali kanal bölgesi ve hatta Ferrari, Ducati müzeleri ile Monza yarış pisti de ilginizi çekebilir. Son olarak Milano’nun havalimanları şehire oldukça uzak 40-60 dk arası sürüyor. Alışverişten bahsetmeye gerek yok ama bu yöre şarapları, peynirleri ile de gerçek bir gurme yöresi diyebiliriz.

25 Ağustos 2008

Minsk

Bazen iş yaşamı da insanı akla gelmeyecek şehirler ile tanıştırıyor. Bunlardan biri de Minsk yani Belarus’un başkenti. Yaklaşık 2,5 saatlik yolculuk ile ulaşılan bu şehir aslında ideal bir turizm rotası olmaya henüz hazır değil ama bir iş şehri olmaya doğru hızla ilerliyor. Belarus aslında tam demokratik bir ülke olmadığı için tanıtımı da çok yapılmıyor. Yaklaşık 10 milyonluk bu ülke aslında savunma açısından şansız bir şekilde Moskova yolu üzerinde bulunduğu için tarih boyunca işgal görmüş ve devamlı ı altyapısı hasara uğramış bir ülke. En yüksek yerinin 150 metre olduğu bir yerde savunma zorken tabii i ticaret de bir o kadar kolay ve gelişmiş.Bir başka özelliği de eski SSCB zamanında savunma sanayinin özellikle elektronik alanında ve nükleer üretimde seçilmiş bir bölge olması. Bu da ülkenin özellikle mühendislikte gelişmesini sağlamış.
Minsk aslında 1000 yıllık tarihe sahip yan oldukça genç bir şehir ve 2.dünya savaşında tamamen hasara uğradığı için gösterişli bir şekilde baştan başa yenilenmiş ve sadece yüzde onu yabancı 2 milyon kişiye ev sahipliği yapıyor.
Bence altyapı ve doğal güzellik açısından süper bir şehir. Yazları kısa sürmesine ve yaklaşık 10 ay yağış almasından dolayı ovalar, ormanlar, göller ve hatta Avrupa’nın en büyük bataklıkları ile çevrilmiş, zaman zaman 4 şeritli ama her zaman geniş yol ağına sahip bir başkent.
Toplam 15 km civarı yürürseniz şehrin tüm önem yerlerini görmüş olursunuz. Başlangıç noktasını devasa tren istasyonu alırsanız Pryvazkzalnaya caddesi üzerinde sizi “Şehrin kapıları” denen yapı karşılıyor. Aslında burası Vilnya meydanı ve zamanında SSCB ile ilk tanıştınız yer olduğu için biraz devasa bir yapı inşa edilmiş. Buradan sola döndüğünüzde en önemli meydan olan Bağımsızlık (Nezalezhnasti)meydanı sizi karşılıyor. Yaklaşık 7 hektar olduğu belirtilen alanın altına çok katlı bir alışveriş merkezi yapılmış. Ayrıca Gvernment House denen dev kompleks, 7-8 metrelik Lenin Heykeli, St Simeon ve St. Helen Kilisesi meydanın önemli yerleri. Buradan başlayan 11 km ve zaman zaman 80 metre genişliğindeki Bağımsızl Caddesi şehrin en önemli yerlerinden. Bu arada Minsk’de devrin önemli isimlerine göre cadde ve meydan isimleri sıkça değişiyormuş. Dolayısı ile aynı cadde daha evvel Stalin ve Lenin caddesi olarak bilinirmiş.
Bu cadde üzerinden değişik binalar ilgi çekici ama genelde en önemlilerinden biri KGB binası. Hemen yanında ise İç İşleri Bakanlığı binası var.Bu arada Belarus kökenli Felix Dzerhinsky de KGB nin bir kolunun kurucusu ve devrin önemli adamlarından olduğu için onundan görülebilen bir heykeli var. Devam edersek meşhur devlet mağazası GUM geliyor. Yaklaşık 60 sene evvel açıldığında alışveriş oranı o kadar yüksekmiş ki paralar çuvallara konup kasaları yanında tutulurmuş. Şimdi ki görüntü tabii bundan çok uzak. Bu arada güvenlik açısından bu şehirde hiç çekinmeyin, kolay kolay olay çıkamayacağı kadar çok devlet ve polis kontrolünde hatta izlendiğinizi anlamıyorsunuz ama temelde sizinle ilgili tüm kayıtların takip edildiğine emn olun. Bu arada tabii rüşvet burada da zaman zaman gerekli ama dikkatli olmak lazım çünkü yabancılara hele Rusça bilmeyenlere pek güvenmiyorlar. Bu şehirde güvenli olmayan konular arasında taksi pazarlıkları ve eğer kalabalık gittiyseniz yemek ya da barlarda çaktırmadan hesaba eklenen maddeler yer alıyor. Genelde kısa bir bağrış çağrı sonucu gereken düzeltmeler yapılıyor.
GUM dan sonra fast food ağırlıklı ve gençlerin tercih ettiği bir bölüm var. Devamından Ekim Meydanı denen (Kastrychnitskaya) alandan bulunan bir taş Belarustaki tüm yolların başlangıç noktası kabul ediliyor.Burada aynı zamanda Cumhuriyet sarayı denen 4000 kişiyi ağırlayacak kapasitede bir kompleks var. Şehrin diğer ilginç yeri Nyamiga denen biraz daha modern ve dev bir alışveriş merkezinin olduğu yer.
Şehrin eğlence merkezi diyebileceğimiz yer Pobeditelei caddesi ve Traetskaye mahallesi ama eğlence derken gözünüzde çok şey canlanması, bir iki gazino, müzik veya gece kulübüa, bir spor kompleksi ve içindeki bar , çevrede mütevazı bir kaç bar daha temelde ana eğlence yerleri. Burada gençler arasından arabalarının yanından ellerinde bira ile oturup sohbet etme alışkanlığı daha yaygın. Bölge görüntü olarak bence şehrin en güze yeri.Nehir kıyısında manzaralı evler ve park ile oluşmuş bir kompleks. Ev kiraları 2 odalı bir yer için aylık Usd 1,200-1,500 mertebesinde.
Bu alanda yer alan Isle of Tears denen küçük adada vatanı dışında ölen askerler için yapılmış bir anıt var. Daha ilginci yöre evlenenlerin adak adadığı bir yer tabii kendi kültürlerine uygun. Hemen adanın karşısındaki nikah salonundan evlenen çiftler buraya gelip demir parmaklıklara bir asma kilit takıyorlar. Bunun dışında tekne gezileri de yaygın bir yaz eğlencesi. Gene burada bir adak geleneği var, köprünün altından geçerken dilek tutarsan gerçekleşeceğine inanılıyormuş.
Şehrin son önemli merkezi de Zafer Meydanı (Peramoga )Bu çevrenin tarihte önemli konukları olmuş,mesela Lee harvey Oswald. Oswald 3 sene burada yaşayıp evlendikten sonra ABD ye dönüp 1963 te Kennedy suikastı zanlısı olarak tutuklanmıştı. Tabii böyle birinin soğuk savaş devrinde Rusya’da yaşayıp gelmiş olması şüphe uyandırıcı olmuş ki ilişkiler çok gerilmiş. Tabi R uslar adamın tüm 3 senesinin konuşmaları dahil kayıtlarını Amerikalılara teslim edene kadar. Bu cadde evler 250,00-500,000 USD arasında el değiştirmeye başlamış durumda. Genel olarak inanılmaz araziler olmasına rağmen altyapı yetersizliğinden dolayı şehirleşme belirli noktalarda olduğu için inşaat ve arazi fiyatları bizdeki gibi devamlı artmakta ve hatta resmi maaşlar kıyasladığımızda alınması imkansız yakın. Ama burada da tezgah altı piyasaları ve gri ekonomi oldukça yaygın, bu da para aklanması için gayrimenkul yatırımını mecbur kılıyor.
Bunun dışından çok sayıda park, kapalı sirk binalar ve müzelerde şehrin diğer güzellikleri arasında. Ulaşım olanağı çok ve ucuz bu açıdan her yere gitmek oldukça kolay.
Minsk’de İtalyan restoranları çok yaygın ve oldukça başarılı. Falcone, Belle rosa, Parmigianni, Fontane bunlardan sadece bir kaçı. Normal bir yemek 7-10 usd iken bu lokantalarda adama başı USD 50 e üstünü göze almanız lazım. Şehir genelde istanbul fiyatları civarında bir yaşam sunuyor. En önemli sorun İngilizcenin hiç ya da çok az konuşulması, bu açıdan bir tanıdık yoksa bir pratik Rusça sözlük hayat kurtarıcı. Bunun dışında eğitim ülkede çok ucuz e yaygın dolayısı ile konuştuğunuz herhangi bir çalışan 2-3 farklı üniversite eğitimi almış olabiliyor. Spor çok yaygın, hatta Başkan seviyor diye suni kardan yapılmış kayak merkezleri var. Bağlantı yoları süper, şehirler arası gezmek kolay. Çoğunlukla ortaçağdan kalmış çok sayıda eser var şehir merkezi dışında. Kışın tahmin edeceğiniz gibi soğuk ama Ukrayna gibi dondurucu değilmiş. Kısacası önümüzdeki yıllarda iş veya gezi için tercih edeceğiniz bir rota olacağı kesin özellikle AB ile ilişkileri biraz daha geliştirebilirlerse.

29 Temmuz 2008

SICAK YAZIN HEYECANLI ROTASI ROMA & AMALFİ SAHİLİ

Bu yazımın ve de seyahatin bir özelliği var; o da ilk defa 14 aylık kızımla geziye gitmiş olmam. Bu sebeple bundan sonra yazılarımda bir de çocuklara ilişkin bölüm koyacağım çünkü ilk denememde gördüm ki iki gezi şekli bayağı değişiyor.
Temmuz ayı Roma için çok da uygun bir zaman değil, genel de kuru ve 30 derece civarında seyreden bir hava var. Özellikle saat 10-17.00 arası sıcaklık dayanılmaz denebilir sonrasında başlayan rüzgâr ise şehre hayat veriyor. İtalya deyince ne bekleyeceğinizi tahmin ediyorsunuzdur ama Roma deyince gözünüzde Doğu Roma’nın mirasçısı İstanbul gibi bir şehir gelmesin. Yaklaşık 20 kilometre kare olan şehir merkezi tamamen eski binalar, inişli çıkışlı ve genelde parke taşlı yollar, değişik noktalarda klasik Roma veya antik çağlardan kalma anıtlarla süslü ve ellerinde haritalı turistlerce işgal edilmiş bir yer.
İdeal şehir turu sınırları Kuzey doğu da Republica meydanından aşağıda doğru giden Via Nazionale veya Termini istasyonundan bağlanan Via Cavourdan başlayabilir. Her iki yolda temelde sizi tarihe alana yani Via Dei Fori İmperiale caddesine bağlar. Burada Collessum ve Roma Forası kalıntıları hakikaten çok ilgi çekici. Collesseum gezisi düşünenler eğer tedbirli olmazlarsa çok ciddi bir sıra ile karşılaşacaklarını unutmasınlar. Bahsedilen caddeyi Piazza Venezia tarafına doğru yürürseniz iki seçeneğiniz olur; biri Corso Vittorio Emmanuele II caddesinden Teber nehrinin öbür kıyısına yani Vatikan’a doğru devam etmek ya da ünlü alışveriş caddesi Via Del Corso ile Kuzeye Piazza del Popolo’ya yürümek. Her iki seçenek de kısa sokak turları ile muhteşem Pantheon tapınağına veya ünlü Navona meydanına gidebilirsiniz. Corso üzerinde kalırsanız bence Roma’nın en muhteşem eseri Fontana Dı Trevi yanı aşk çeşmesi ve çevresine ulaşmanız daha kolay olur. Gene yürümeye devam ederseniz İspanyol Merdivenleri ve hareketli Piazza Spagna ya ulaşabilirsiniz. Bu bahsi geçen tüm güzergâh yürünebilir ama alternatif olarak scooter veya bisiklet kiralama, turist otobüsleri veya normal otobüsler de kullanılabilir. Araba kiralamak en uygunsuz hareket çünkü park yeri olmadığı gibi en azından arabanıza sürtülmesine engel olmanız mümkün değil. İtalyanların araba kullanış şeklide bizim için bile zor bir durum.
Biz gitmedik ama Collesseumdan biraz daha güneye indiğinizde yerin altına yaklaşık 20 metre inip eski Roma katmanlarını görebileceğiniz San Clemente kilisesi de bir seçenek olabilir. Eski yapılardan biraz daha yeniye gitmek isterseniz Trastevere yöresi özelikle restoranları ile canlı bir bölge ama otel seçenekleri daha az.
Bu antik şehrin bir de ilginç vahaları var bunlardan biri Villa Borghese, 1700 dönümlük bir alanda yeşil doğa sunan bu yerde ayrıca makul büyüklükte ve çeşitlilikte bir hayvanat bahçesi var.En azından benim kızım için çok eğlenceli saatler oldu.
Roma’da yemek konusunda inanılmaz güzel yerler ve menüler bulabilirsiniz ayrıca bir sürü dondurmacıyı ve Cafe’yi saymama gerek yok. Akşam yemeğine İtalyanlar geç başladığı için birçok yere de erken gidip rezervasyonsuz yemek yenebiliyor. Öğlen genelde hafif geçiştirilen bir öğün keza sabah kahvaltısı da İtalya’da çok çeşitli değil.
Gelelim çocuklu gidenlere öğütlere; bir mutlaka hafif bir çocuk arabası sahibi olun ve rahat giyinin ve güneşe karşı tedbirli olun. İçme suyu sorunsuz ama çeşitleri tatları açısından çok fark ettiriyor ve turistik mekânların yanından alırsanız inanılmaz pahalı. Çocuk mamaları çok çeşitli değil gene büyük eczanelerde daha çok çeşit bulunuyor. Ayrıca çocukları seviyorlar ama çocuklu ailelere kolaylık sağladıkları genelde pek söylenemez.
Fiyatlar aslında birim olarak İstanbul ile aynı ama Euro olması fiyatları 2 kat daha pahalı yapıyor. Yani mesela aynı yemek ya da ulaşım iki şehirde de 20. Hesabınızı buna göre yapabilirsiniz.
Sıcak Roma’yı geriye bıraktığınızda araba veya tren ile ( en hızlısı 1 saat 25 dk sürüyor ve arabadan daha hızlı) Napoli şehrine geçebiliyorsunuz. Napoli benim hayatımda gördüğüm en anlamsız şehirlerden biri, korkunç bir trafik ve kaba yaklaşımlı ve konuşkan insanlar dolu ve çok da çekici olmayan bir yer. İlle de gezeceğim derseniz Castel dell’Ovo ve Chiaia bölgesi enteresan. Burası aslında adalara yani Capri, Ischia ve Procida’ya gitmek için bir üs. Mergellina veya Beverello dan kalkan çeşit çeşit deniz aracı sizi bu adalara ulaştırabilir. Bunlardan ünü olanı tabii Capri; tekneler sizi Marina Grande’ye ulaştırıyor oradan ada da çeşitli animasyonlar yapılabiliyor ama en ünlüleri deniz mağaraları veya teleferik ile tepeden ada gezintisi denebilir. Meşhur mağarası Grotta Azzuro ve denizden yükselen kayalıklar Faraglioni tipik turistik noktalar. Diğer ada Ischia ise daha çok bir termal / spa ada denebilir. Biz seçimimizi Ayşe Armanın yazısında gördüğümüz Procida adasından yana kullandık. Burası aslında Bozcaada tadında bir yer. Daha düz olan bu adada birçok doğa güzelliği ve nefis yemek var. Ancak tüm adalardan geriye dönüşler 20.00 civarı bitiyor ve iyi restoranlar genelde 19.00 ve sonrasında açıyorlar onun için hızlı bir gurme öğünü yapıp gemilere yetişmek lazım.
Rotamızın asıl hedefi ise efsanevi hale gelen Positano. Otobüs ve tekne ulaşımı çok kullanışlı olmakla beraber araba kiralamaya karar verirseniz kesinlikle küçük bir araba kiralayın, bu kadar dar ve virajlı yollarda daha fazlası gerekmiyor. Datça veya Turnç yoluna virajlı diyorsanız bir de burayı görün.Napoli’den otobana bağlandıktan sonra arada önemli iki durak çocuklarla yapılması zor olan Pompei ve Vezüv. Son 70 senedir püskürmesi duran Vezüv’de kratere kadar yakınlaşan bir araç yolu var. Pompei ise 2-4 saat arası gezilecek kadar devasa bir alan. Daha sonra karşınıza ilk Sorrento geliyor. Burası diğer sahil yerleşimlerine göre büyük, ulaşım, konaklama ve gece hayatı açısından zengin bir şehir. Denizden geldiğinizde tüm şehir Antalya falezlerine benzeyen bir yapı üzerine oturmuş durumda. Denize girilecek yerle bizim balıkçı barınaklarını koruyan taşlara benzeyen sığınakların arkasında hali ile de çok güzel değil.Sorrento dan deniz tarafına gittiğinizde sırası ile Positano, Praiano, Conca Dei Marini, Amalfi, Atrani, Ravello, Minori, Maiori, Vietri ve en son tekrar otobana çıkabileceğiniz Salerno geliyor. Bunlardan en büyüğü Amalfi, büyük limanı, meşhur katedrali, kâğıt üretim müzesi, Amalfi Denizcilik yazıtları ile ünlü şehir aynı zamanda turizme ilk açılan yerlerden.
Tüm bu kasabalar kayalıkların üzerinde dağlara doğru uzanan yollar üzerinde kurulmuş yapılar ve dik merdivenler ile inilen sahildeki bir plaj ile karakterize edilebilir.
Positano da benzer tarife uymakla beraber muhteşem manzaraları, 3 farklı plajı ve güzel otelleri ile küçük bir sayfiye kasabası. Açıklarında milyonlarca Euro değerinde yatların ve dar yollarında Ferrarilerin dolaştığı bu şirin kasaba da fiyatlar açıkçası biraz pahalı. Ama gerek otellerin manzarası gerek denizi gerek çevreye yapacağınız geziler ve çok güzel lokantaları ile buna kesinlikle değen bir romantik yer. İnsanın hiç ayrılası gelmiyor.
Burada otel seçerken dikkatli olmak lazım, tüm oteller manzaralı gözükmekler beraber daha iyi manzaralılar, otopark hizmeti veren ve kolay ulaşılabilen ve yenilenmiş odaları olanları tercih etmeye çalışmak lazım. Turizme alışkın bir yer dolayısı ile hizmet kalitesi de yüksek. Tüm bu güzellikler tabii filmlere de konu oluyor mesela “Talented Mr. Ripley” gibi. Dolayısı ile burayı Sicilya’daki Taormina ile birlikte İtalya’nın en güzel sahil kasabaları( en azından benim gördüğüm 15 tane arasından)olarak öneririm. Burası da çocukla gidilmesi için oldukça zorlu bir yer; denize genelde merdivenler ile ulaşıyorsunuz ve sayısı da hiç az değil. Ama bağlamak gerekirse nefis bir balayı, yaz tatili veya romantizm seyahati için ideal yerler denebilir.

28 Mayıs 2008

“Carioca’ların Şehri” Rio de janeiro

Çocukken En sevdiğim çizgi romanlardan biri “Mister No” idi. Huysuz bir Amerikalı pilotun Amazonlar yakında özellikle Manaus civarında geçen maceralarını anlatırdı. Benim için Brezilya öncelikle bu romanda gördüklerim yani yerliler, nehirler, ormanlar, hayvanlar, beyaz ve siyah insanlardı. Daha ilerleyen yaşlarda Brezilya’lı Futbolcular, Dünya Kupası ve Karnaval Brezilya resmini tamamladı. Perküsyona merak sardığımda Afrika ve Latin ritimleri farkı ve Latin Müziği ile resim daha gelişti. 1990’lardan sonra iş hayatında iken Brezilya ekonomisi de hali ile devamlı Türkiye ile karşılaştırıldığından buraya gitmek için çok istekliydim. Velhasıl dünyanın bu 5. büyük ülkesini ve onun bir zamanlar Başkenti olan efsanevi şehri Rio’yu bir Turkcell TSAG-Hey travel organizasyonu ile gezmek kısmet oldu.
Rio insanı ilk etapta büyüleyen bir şehir değil ama kaldıkça rahat havasını, hayata farklı gözlerle bakılabileceğini hissettiren bir yer. Sonuçta 188 milyonluk ülkenin en büyük şehir değilse de 6 milyon nüfusu ile küçük bir şehir değil. Karşılaştırma Türk gezgininin ruhunda vardır; burası temelde İzmir’e benzetilebilir tabii kilometrelerce süren plajlar hariç.

1500’lerde Portekizli’ler tarafından keşfedilen Brezilya tam bir mozaik. Yaklaşık 18 saati yolda geçirip 6 saat de geri aldınız mı 20 milyon çok zengin, 10 milyonu çok fakir, her türlü din ve ırkın bir şekilde temsil edildiği topraklara ulaşıyorsunuz. Kullanılan dil aslında Brezilya Portekizcesi dolayısı ile öğrenmesi öyle kolay değil, ama yardımsever bir halk olunca ingilizce bilmemeleri anlaşmakta sorun olmuyor. Vücut dili çok canlı özellikle başparmak havaya kaldırılarak “tamam” anlamına gelen hareketi sıkça yapabiirsiniz. Bu arada bizim el hareketi dediğimiz hareket orada iyi şans anlamına geliyor.

Eğlence düşkünü Cariocas (yerel halka verilen ad)ların şehir Rio inanılmaz şanslı bir doğa yapısına sahip. Kuru ve ıslak mevsimin olup kışın yaşanmadığı şehir sadece sahilleri değil parkları, gölleri ve dağları ile de süper güzel gözükmekte.
Carioca kültürünün önemli özelliği plajlar, spor ama özellikle futbol, müzik, barbekü . Sabah saatlerinden itibaren sahil boyunca her türlü spor (koşu, yürüyüş, futbol, plaj voleybolu, ayak tenisi, vücut geliştirme, dövüş sanatları, sörf...) her yaşta insan tarafından icra edimekte ve fizikler dikkat çekece kadar sağlıklı. Sahil boyunca çok sayıda futbol ve voleybol sahası var. Ayrıca çok sayıda seyyar satıcıdan her türlü ürünü tedarik edebilirsiniz, her 50 metrede bir de başta bira ve yeşil bir hindistan cevizi suyu olmak üzere çeşitli içecekler ve gene seyyar satıcılardan yiyecek mesela şişe takılıp hazırlanmış karides yiyebilirsiniz. Plaj derken tabii öncelikle daha fazla turistik olan yaklaşık 5 km lik Copacabana, onu takip eden ve gittikçe daha lokalleşen ama daha zengin semtlerin önünde yer alan Arpodar, İpanema, Lebnon, Sao Conrado ve yaklaşık 25 km ileride Barra De Tıjuca. Deniz genelde sabah saatleri dışında dalgalı hatta bazen ciddi güçte dalgalı dolayısı ile okyanus tipi yüzmeyi yani dalganın altından geçip arkasında kalmayı bilmiyorsunuz girmemeniz daha iyi olur.
Şehirde gezilecek yerler neresi derseniz aslında çok kolay denebilir. Teleferikle çıkılan dev granit tepe Sugar Loaf, Corcavado ve Aziz isa heykeli (ki tramway ile veya helikopter turu ile farklı açılardan görebilirsiniz), Jardım de Botanica bahçeleri, Sambodrom ki aslında boşken biraz hayal kırılığı yaratıyor, Maya piramitleri gibi olan Katedral ana görülecek yerler. Bunun dışında hemen Park Arpodardan başlayan sahil şeridin iki paraleli yani Visconde de Piraja caddesi Teşvikiye misali bir cadde özellikle lebnon’a yaklaştıkça. Ayrıca iyi lokantalarda bu yörelerde.
Şehirde başka ne yaparsınız eğer adrenalin meraklısı iseniz Sao Conrado plajına doğru yapacağınız para sailing veya delta uçusu inanılmaz olur. Futbol meraklısı iseniz ve sezonda iseniz mutlaka bir Fluminense veya Flamengo maçına gitmek için hedef 100,000 kişilik Maracana. Hiç yabancılık çekmezsiniz. Türk olduğunuzu söyleyin Zico’dan girip Alex’ten çıkıp dost olmanız işten bile değil. Tabii maçın çok fanatikçe seyredilmesi gerekeceğini tahmin edersiniz...
Peki Samba, Bossa Nova veya diğer Brezilya müzikleri. Belki mevsimsellikde vardır ama açıkcası sokakta yoğun bir müzik ve ritim duyacağınızı söyleyemem. Samba okullarının renkli yarışı Rio Karnavali dışında samba’yı sadece canlı müzik yapan gece kulübü veya folklorik gösteri olan Platoforma’da buluyorsunuz. Ama eğer bir sokak grubu yakaladıysanız bilmeniz gereken tek eser ünlü Brasil şarkısı, sözü önemli değil siz başlatın onlar devam ediyorlar. Gene müzikle ilişkili ama çok nefis bir dövüş sanatı olan Capoeira da iyi icra edildiği zaman çok heyecanla seyredilen bir olay.
Rio özellikle pahalı bir şehir. Real yani Brezilya parası su gibi akıyor. 1 real 1,57-1,66 civarında ama meyva suyu bile en az 1 USD, yemek ise ortalama 20 realden başlıyor. İçecek işi kolay meyva suyu, çeşit çeşit bira özellikle lokal markalar,şarap,ve asıl maddesi Cachaca olan Caipirinha yani bir anlamda Brezilya usulü Mojito en yaygın bulacaklarınız. Yemek Riolular için öncelikle et ve en güzel etleri Chrurascaria larda yiyiyorsunuz. Bu arada Kızılkaya hamburgeri tadını sevenler için Lebnon’da Polis Sucos’u tavsiye ederim.”Por Kilo” denen bir açık büfe var burada tabağınızı dolduruyorsunuz ve ağırlığına göre ödeme yapıyorsunuz. Deniz ürünleri de güzel ama yaygın değil ve çok da ucuz sayılmaz. Bu arada Salgados ismi verilen ve aynen bizim içli köfteye benzeyen hamur işi de çok yaygın ve güzel.Feiojoda yani et ve siyah fasulye karışımı eski bir köle yemeğinden devşirme yemek denebilir. Bu arada uzakdoğu ve italyan yemekleri de şaşırtacak kadar güzel hazırlanıyor ama ilginçtir makarna pahalı satılıyor yani 20 USD karşılığı makarna yemek biraz lüks oluyor. İlginç bir başka durum da ülke bir kahve üreticisi olmasına rağmen kahve çok yaygın değil daha çok espresso şeklinde koyu bir kıvamda içiliyor.
Şehirde gece hayatı İstanbul kadar hareketli gözükmüyor, tavsiye edilen bölgeler Lapa ve İpenema Rio aynı zamanda çok sayıda sineması ile de ünlü. Alışveriş açısından Rio Sul ve Barra Shopping Center yüzlerce dükkandan oluşan merkezler. Tabii en kolay alınan ürünler terlikler, şortlar, Brezilya formaları, el sanatları ürünleri ama bikini daha doğrusu tangalar değil . Brezilya vücut yapısı kesinlikle bizim yapımızla uyuşmuyor. Diğer ilginç bir alım konusu mücevher özellikle meraklısına Brezilya oldukça uygun olanaklar sunuyor .
Şehirden sıkıldınız ve denizin daha durgun olduğu yerleri görmek istiyorsunuz, rotanız Costa Do Sul yan şehrin doğusu. Burada çok sayıda ilginç plaj şehri, ünlü dalış kasabası cabo frio ve bir anlamda Bodrum’a çok benzeyen ve bizim gittiğimiz Buzios sayılabilir.
Peki Rio güvenli bir yer mi? Aslında eskiye göre evet ama halen dikkatli olmakta yarar var. Bu noktada Brezilya’nın diğer gerçeği favela yani diklemesine dağ tepelerinde yükselen ve sayısı Brezilya’da 700 civarında olan devasa gecekondu bölgeleri akla geliyor. Bize verilen bilgi Rio da iki büyük Uyuşturucu çetesinin olduğu ve favelaları bunların yönettiği. Buralarada yaşayan insanların hepsii tabii ki uyuşturucu satıcı değil çoğu gelir seviyesi görece düşük kişiler. Favela ların kendine özgü kuralları var ve hemen yakınlarında zenginlere hiç dokunmadan yaşamlarını sürdürüyorlar. Gerçekten bir kez görülmesi gereken bir durum denebilir ama biz İstanbullular için çok yabancı olduğu da söylenemez. Bu favelalardan gezilmesine izin verilen tek bir tane var o da yaklaşık 300,000 kişini olduğu ve altyapısının sağlanmaış olduğu Rocinha. Buralar da yaşamı iy anlatan filmin Cidade De Deus yani Tanrı’nın Şehri (2002 Oscar adayı imiş)olduğu belirtiliyor.
Eh bütün bunları yaptınız aslında yakalşık 1 hafta geçirdiniz demektir tabii ki Brezilya sadece Rio değil daha bir çok güzellik sunuyor. Ama belki de hiçbiri carioca yaşam tarzı sunmuyor ; Adore Voce Rio...

(Tüm gezi fotoları için bkz Facebook)