23 Kasım 2005

OLA MADRİD



İspanya’ya dördüncü ve en kapsamli seyahatime giderken aklıma tarihte bize öğretilen İspanya geldi. Lise tarih derslerindeki İspanya özellikle Akdeniz’in doğusuna hakim, keşifler çağını başlatan ve bu sayede zengin olan bir ülke olarak geçer. Tabii ki lise yıllarında İspanya hakkında daha çok bildiğimiz şey efsanevi futbol takımları olduğuda aşikardır. Bu keşiflerle zenginleşen İspanya ile biz pek savaşmadığımız için ilerleyen yılların tarih kitaplarında önemini kaybeder. Üniversite yıllarında öğrendiğimiz ise İspanya’nın 2.dünya savaşına katılmamış olmakla beraber sıkı bir dikta rejimi altında yaşamış olduğu, yetmişli yıllarda Avrupa Birlğinin en zayıf 2-3 ülkesinden biri olduğu şeklindedir. 1992 Barcelona Olimpiyatları ve devam eden spor başarıları, daha ilerleyen yıllarda gittikçe daha çok duyulmaya başlanan İspanyol şehirleri ve markaları ile bu güzel ülke Türk Turistler tarafından daha çok keşfedilmeye başlandı. Ama gözüken o ki biz biraz yavaş kalmışız. Özellikle güney kıyıları 1970’lerden beri bence çarpık sayılacak bir kentleşme ve bugünki Türkiye’ye benzeyen bir emlak satışı dalgası ile başta Alman ve İngilizler olamak üzere soğuk Kuzey Ülkeleri zenginleri tarafından mekan edinilmiş durumda.

Madrid İspanya için aslında sıradan sayılabilecek bir şehir. Aslında tarihsel olarak bir çok şehrinden daha çok yeni. Örnek vermek gerekirse Cadiz şehri yaklaşık 3000 senelik bir yerleşim bölgesi iken, Madrid 9.yy’da kurulmuş bir şehir.

Anlatılanlara göre Mağribi istilası sırasında Toledo şehrini korumak için bugünki Madrid sarayının olduğu yerde “Mayrit” Adı ile bir kale kurulmuş ve ilk yerleşim daha çok rahipler tarafından yapılmış. Daha sonra “Madrilenos” denen daha çok tarım ve tciaret ile uğraşan çalışan sınıf oluşmaya başlamış.13.yy’da Kilise ve Madrilenos arasında av sahalarının kullanımı konusunda bir çatışma çıkmış ve alınan karara göre mal sahibi kilise ama avlanan ürünler Madrilenos’lara ait denmiş.Buradan da Madrid’in sembolu sayılan ve Puerta Del Sol meydanında bulunan ağacı koklayan ayı (kilisenin o zamanki amblemi) çıkmış.

Madrid’in bu bereketli av toprakları çok ilgi çekmiş.İspanya krallığı evlilikler nedeni ile genelde İspanyollar dışında yönetildiği çok zaman olmuş. 1561’de resmi başkent olduğunda 80,000 nüfusu olan Madrid bugun 3 milyondan fazla kişiye ev sahipliği yapmakta.Hasburglar, Burbonlar gibi değişik hanedanlar tarafından yönetildiklerinden şehrin gelişimi de bu paralelde gerçekleşmiş. Eski şehir denen kısım Burbon bölümüne genişlemiş sonra daha yeni ve lüks bölümler eklenmiş. Kendi iç savaşları dışından ciddi bir savaş görmediği için şehirde korunarak bugüne ulaşmış eserler çok. Madrid’in tarih boyunca öenmli özelliği bir kültür başkenti olması. Tarih boyunca Velazques, Goya gibi ressamlara, meşhur Cervantes’e ev sahipliği yapmış ve bugun büyüklüğüne göre en çok sanat müzesi barındıran şehirlerden biri durumunda.

Turist olarak şehir gezmenin en iyi yolu kesinlikle metro ve yürümek. Çok kapsamlı ve başarılı bir metro altyapısı olan şehirde, inanılmaz geniş yollar olmasına rağmen trafik özellikle turistik merkezlerde çok yoğun. Birde istanbul misalı bir çok yerde yol yapımı işleri var.

Şehir bence 4 bölüme ayrılıyor. Biri daracık sokakları ve inanılmaz kalabalığı ile Eski Şehir ki burada özellikle Plaza Mayor ve Puerta Del sol meydanları, Gran Via caddesi, Kraliyet Sarayı dikat çekici yerler. Buralar alışveriş, yemek, eğlence ve kalabalığa karışmak için en turistik bölge.

Hemen buraya paralel Burbon bölümü başlıyor ki burada muhteşem Prado müzesi, Thyssen-Bornemisza müzesi, Cibeles meydanı, çok muhteşem bir park olan El Retiro parkı, Merkez Bankası binası, Borsa binası, Puerta de Alcala isimli törensel geçiş kapısı, Madrid’in en lüks oteli olan Ritz bulunmakta.

Şehrin daha yukarı kısmında ise Castellana bulvarı, Colon Meydanı, Galdiano müzesi, lüks alışveri caddesi Serrano’nun bulunduğu geniş caddelerden oluşan , 19. yüzyılda gelişmiş daha modern bir bölüm söz konusu.

Buraya kadar bahsettiğim bölüm aslında sıkı yürüyüşler ile rahatça gezilecek bölümler. Metro ile şehir keşfetmeye devam ederseniz Sömürgecilik döneminden kalan eserlerin sergilendiği America Müzesi, mini-Manhattan diye tanımlanacak Azca bölümü, 105,000 kişilik devasa Berbabeu stadı, ve Boğalar ülkesnin ne büyük ve muhteşem arenası Plaza de Toros Las Ventas, bir hayvanat bahçesininde bulunduğu biraz bizim Blegrad ormanının andıran Casa de campo, Aswan barajı yapımı sırasında gösterdikleri yararlılıkdan dolayı İspanyollara verilmiş Mısır tapınağı Debod ilginizi çekebilir.

Vaktiniz kalır ve Madrid’in ilerisini görmek isterseniz Segovia ve Toledo enteresan alternatifler.

Madrid’de yaşam sadece sanat ve tarihi eser değil tabiiki. Endülüs’te daha da farklı olmakla birlikte Madrid’de de çok enteresan bir yaşam var. Sene boyunca devam eden festivaller, konserler ve flamenko gösterileri dışında özellikle yaşam stili ve yemek kültürü çok dikkat çekici.

Madrid’de temelde 2 tip kahvaltı var; biri sabah evde genelde bir kahve ve yanında bir ekmekle yapılan diğer ise genelde 11 civarı bir bar veya cafe’de kahve veya bira eşliğinde Churros (tatlı cinsi, Tortilla (omlet), Bocadillo (sandöviç) yenerek yapılan. Yemek saat 13.00-16.30 arası geniş bir zaman diliminde yenmekte.Bu bölümde ilk önce bir barda alınan tapas (meze) ve şarap sonrası ana yemek için bir lokantaya gidilmekte. Akşamüstü ise özellikle uzun alışveriler sırasında sıkça kahve ve çay molası verilmekte. Eve dönmeden önce gene bir tapas ve içki seansı var. Daha sonra 21.00-24.00 arası değişen saatlerde başlayan yemek sözkonusu. İspanyollar kesinlikle dışarıda yemeğe çok düşkün onun için günün bir çok saatinde barlar, cafeler, lokantalar dolu.

Madrid’de neler yemeli; Valensiya’nın yemeği olan ve bir çok çeşidi bulunan Paella, karışık kızarmış deniz ürünleri tabağı Fitura de Pescado, sarımsak çorbası Sopa de Ajo, ekmek, sarımsak, biber, domates ve salatalıktan yapılan Gazpacho çorbası, Boğa kuyruğundan yapılan Rabo de Toro, tapas çeşitleri arasında çok değişik bir köfte olan Albondigas, değişik çeşitleri ile Tortilla, Kalamar, Serrano jambonu, Mancehogo peyniri, Zeytin, Közlenmiş biber salatası Ensalada de Pimientos Rojos. Bu güzel yemeklerin yanından Rioja Kırmızı veya Penedes beyaz şarapları, lokal biralar, nefis tatlı şaraplar (Fino sherry), Sangria ve özellikle kahve sevenler için mutlaka sütlü kahve ( Cafe con leche)

Madrid meyhane kültürü gelişmiş bir yer. 80’den fazla antik meyhane taberna adı ile halen faaliyette, mutlaka deneyin.

Tüm yemekle için geçerli kural; servis çok yavaş ve garsonlar çok sevimsiz onun için çok acıkmadan oturmak, sabırlı olmak ve yanınızda yemek isimlerini anlatabilmek için bir özel sözlük bulundurmak çok işinize yarayabilir.

Alışveriş sevenler için zeytinyağı, tekstil, özellikle deri çanta, peynir, yelpaze, seramikler ön planda. El Corte Ingles her yerde yaygın ve genelde oldukça çok çeşit sunuyor. Zara, Mango, Berskha ve diğerleri Türkiye’den genelde çok daha ucuz. Özellikle tax free alışveriş ile çok iyi fırsatlar yakalanıyor. Şehrin hemen yakınında Laz Rozas Village enteresan bir outlet.

Gracias y Adios

Hiç yorum yok: